33. Ahzab Suresi
Rahmân ve Rahîm (olan) Allah’ın adıyla…
1. Ey Peygamber! Allah’tan kork, kâfirlere ve münafıklara boyun eğme. Elbette Allah her şeyi bilmekte ve yerli yerince yapmaktadır.
2. Rabbinden sana vahy edilene uy. Şüphesiz Allah, bütün yaptıklarınızdan haberdardır.
3. Allah’a güven. Vekîl olarak Allah yeter.
4. Allah, bir kişinin içinde iki kalb yaratmadı. Ve eşlerinizi, anneleriniz gibi kendinize haram saymanız için yaratmamıştır. Evladlıklarınızı da öz oğullarınız kılmamıştır. Bunlar, dillerinize doladığınız sözlerinizdir. Allah ise hakkı söyler. Ve O, yolu doğrultur.
5. Onları (evlât edindiklerinizi) babalarına nisbet ederek çağırın. Allah yanında en doğrusu budur. Eğer babalarının kim olduğunu bilmiyorsanız, bu takdirde onları din kardeşleriniz ve görüp gözettiğiniz kimseler olarak kabul edin. Yanılarak yaptıklarınızda size vebal yok; fakat kalplerinizin bile bile yöneldiğinde günah vardır. Allah bağışlayandır, esirgeyendir.
6. Peygamber, müminlere kendi canlarından daha yakındır. Eşleri, onların analarıdır. Akraba olanlar, Allah’ın Kitabına göre, (mirasçılık bakımından) birbirlerine diğer müminlerden ve muhacirlerden daha yakındırlar; ancak, dostlarınıza uygun bir vasiyet yapmanız müstesnadır. Bunlar Kitap’ta yazılı bulunmaktadır.
Önceleri, müminler, bir aile gibi birbirlerine mirasçı olurlarken; bu ayetle, mirasçılıkta akrabalığa öncelik verilmiştir.
7. Hani biz peygamberlerden söz almıştık; senden, Nuh’tan, İbrahim’den, Musa’dan ve Meryem oğlu İsa’dan da. (Evet) biz onlardan pek sağlam bir söz aldık.
8. Allah bu sözü doğruları doğruluklarıyla sorumlu kılmak için aldı. Kâfirler için de çok acıklı bir azap hazırladı.
Hicretin beşinci yılında Kureyş ve Gatafan kabileleri topluca Medine üzerine yürümüşler; müslümanlarla ittifakı bulunan Medine’deki Beni Kureyza kabilesi de, ihanet ederek onlarla birleşmişti. Böylece düşman ordusunun sayısı 12.000 kişiye varıyordu. Hz. Peygamber, istişare ederek Araplarda adet olmayan bir savaş taktiği uyguladı: Medine çevresine hendek kazdırdı ve askerlerini, hendekten çıkan toprakların ardına mevzilendirdi. Düşman hendeği aşamadı. Bir ay kadar süren kuşatma sırasında yardım alamayan müslümanlar bunaldılar. İşte bu durumda bir mucize meydana geldi: Birden ortaya çıkan soğuk bir fırtına, düşman çadırlarını söküyor, ateşlerini söndürüyor, atlarını ürkütüyor, düşmanı toza boğuyordu. Müslüman askerlerin etrafında sahipleri görünmeyen seslerden tekbirler işitiyordu. Sonunda düşman perişan oldu, çekip gitti. Daha sonra Beni Kureyza kabilesinden de bu ihanetlerinin hesabı soruldu. İşte aşağıdaki ayetlerin, bu olay hakkında nazil olduğu rivayet edilmektedir.
9. Ey iman edenler! Allah’ın size olan nimetini hatırlayın; hani size ordular saldırmıştı da, biz onlara karşı bir rüzgâr ve sizin görmediğiniz ordular göndermiştik. Allah ne yaptığınızı çok iyi görmekteydi.
10. Onlar hem yukarınızdan hem aşağı tarafınızdan (vâdinin üstünden ve alt yanından) üzerinize yürüdükleri zaman; gözler yıldığı, yürekler gırtlağa geldiği ve siz Allah hakkında türlü türlü şeyler düşündüğünüz zaman;
11. İşte orada iman sahipleri imtihandan geçirilmiş ve şiddetli bir sarsıntıya uğratılmışlardı.
12. Ve o zaman, münafıklar ile kalplerinde hastalık (iman zayıflığı) bulunanlar: Meğer Allah ve Resûlü bize sadece kuru vaadlerde bulunmuşlar! diyorlardı.
Rivayete göre, onlardan biri, “Muhammed hem bize İran ve Bizans’ın fethini vadediyor, hem de biz korkumuzdan meydana çıkamayıp hendek kazıyoruz” demişti.
13. Onlardan bir gurup da demişti ki: Ey Yesribliler (Medineliler)! Artık sizin için durmanın sırası değil, haydi dönün! İçlerinden bir kısmı ise: Gerçekten evlerimiz emniyette değil, diyerek Peygamber’den izin istiyordu; oysa evleri tehlikede değildi, sadece kaçmayı arzuluyorlardı.
14. Medine’nin her yanından üzerlerine saldırılsaydı da, o zaman savaşmaları istenseydi, şüphesiz hemen savaşa katılırlar ve evlerinde pek eğlenmezlerdi.
Ayet, “…Şayet fitne çıkarmaları (dinden dönmeleri) istenseydi, bunu hemen yaparlardı” şeklinde de manalandırılmaktadır.
15. Andolsun ki daha önce onlar, sırt çevirip kaçmayacaklarına dair Allah’a söz vermişlerdi. Allah’a verilen söz mesuliyeti gerektirir!
16. (Resûlüm!) De ki: Eğer ölümden veya öldürülmekten kaçıyorsanız, kaçmanın size asla faydası olmaz! (Eceliniz gelmemiş ise) o takdirde de, yaşatılacağınız süre çok değildir.
17. De ki: Allah size bir kötülük dilerse, O’na karşı sizi kim korur; ya da size rahmet dilerse (size kim zarar verebilir)? Onlar, kendilerine Allah’tan başka ne bir dost bulurlar ne de bir yardımcı.
18. Allah, içinizden (savaştan) alıkoyanları ve yandaşlarına: “Bize katılın” diyenleri gerçekten biliyor. Zaten bunların pek azı savaşa gelir.
19. (Gelseler de) size karşı pek hasistirler. Hele korku gelip çattı mı, üzerine ölüm baygınlığı çökmüş gibi gözleri dönerek sana baktıklarını görürsün. Korku gidince ise, mala düşkünlük göstererek sizi sivri dilleri ile incitirler. Onlar iman etmiş değillerdir; bunun için Allah onların yaptıklarını boşa çıkarmıştır. Bu, Allah’a göre kolaydır.
“Korku gidince ise…” diye başlayan cümle, aşağıdaki şekillerde de manalandırılmıştır:
“…hayra pek düşkün adamlar tavrıyla sizi keskin dilleri ile incitirler.”
“…mal düşkünlüğünden, ince sözlerle size sokulurlar.”
20. Bunlar, düşman birliklerinin bozulup gitmedikleri evhamı içindedirler. Müttefikler ordusu yine gelecek olsa, isterler ki, çölde göçebe Araplar içinde bulunsunlar da, sizin haberlerinizi (uzaktan) sorsunlar. Zaten içinizde bulunsalardı dahi pek savaşacak değillerdi.
21. Andolsun ki, Resulullah, sizin için, Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çok zikredenler için güzel bir örnektir.
Ayette, Hz.Peygamber’in, Allah’ın hoşnutluğunu kazandıracak davranışlarda bulunmak isteyenler için mükemmel ve canlı bir örmek, en büyük fazilet nümunesi olduğu anlatılmaktadır. Böylece, Resulullah’ın, hislerine mağlup insanları memnun etmek ve onlara pratik değerden mahrum birtakım nazari kaideler öğretmekle görevli olmayıp, onun hedefinin, insanlığa ameli kaideler öğretmek ve bu kaideleri kendi yaşayışıyla izah ve tarif etmek olduğu anlaşılmış olmaktadır. Binaenaleyh, onun hayatı ve sireti incelenirken bu nokta asla gözden uzak tutulmamalıdır.
22. Müminler ise, düşman birliklerini gördüklerinde: İşte Allah ve Resûlü’nün bize vâdettiği! Allah ve Resûlü doğru söylemiştir, dediler. Bu (orduların gelişi), onların ancak imanlarını ve Allah’a bağlılıklarını arttırdı.
Allah, biraz güçlük ve sıkıntıya katlandıktan sonra zaferin müminlere ait olacağını müjdelemiş; Hz. Peygamber de müttefik orduların kısa bir süre sonra geleceğini, biraz sıkıntıdan sonra, sonucun müminler lehine olacağını haber vermişti. İşte burada bu vaadlere candan inanan müminlerin teslimiyetine işaret olunmaktadır.
23. Müminler içinde Allah’a verdikleri sözde duran nice erler var. İşte onlardan kimi, sözünü yerine getirip o yolda canını vermiştir; kimi de (şehitliği) beklemektedir. Onlar hiçbir şekilde (sözlerini) değiştirmemişlerdir.
24. Çünkü Allah sadâkat gösterenleri sadâkatları sebebiyle mükâfatlandıracak, münafıklara -dilerse- azap edecek yahut da (tevbe ederlerse) tevbelerini kabul edecektir. Şüphesiz Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.
25. Allah, o inkâr edenleri hiçbir fayda elde edemeden öfkeleri ile geri çevirdi. Allah (ın yardımı) savaşta müminlere yetti. Allah güçlüdür, mutlak galiptir.
26. Allah, ehl-i kitaptan, onlara (müşrik ordularına) yardım edenleri kalelerinden indirdi ve kalplerine korku düşürdü; bir kısmını öldürüyor, bir kısmını da esir alıyordunuz.
Müşrik kabileler gittikten sonra, gelen vahiy üzerine Hz. Peygamber, müslümanlarla olan ittifaklarını bozup hainlik eden Beni Kureyza adlı yahudi kabilesi üzerine yürüdü. Müslümanlar, 25 gün kadar bir süre Kureyza’lıların kalesini kuşattılar. Sonunda kale müslümanların eline geçti.
27. Allah, onların yerlerine, yurtlarına, mallarına ve ayak basmadığınız topraklara sizi mirasçı yaptı. Allah’ın her şeye gücü yeter.
28. Ey Peygamber! Eşlerine şöyle söyle: Eğer dünya dirliğini ve süsünü (refahını) istiyorsanız, gelin size boşanma bedellerinizi vereyim de, sizi güzellikle salıvereyim.
Ayetin nazil olduğu sıralarda, artık Hz. Peygamber, aşağı yukarı bütün Arabistan’a hakim durumda idi. İctimai hayatta büyük değişiklikler meydana gelmişti. Artık fakirlik yerine, refah ortalığı kaplamaktaydı. Bu şartlar altında Hz. Peygamber’in hanımları da, umumi refahtan pay almayı arzulayarak, Resulullah’tan bazı zinet eşyaları ve daha iyi bir geçim istemişlerdi. İşte bu sırada gelen vahiy, Hz. Peygamber’e, yine eskisi gibi, sadelikten ayrılmamasını emretti. Böyle bir emir, dünya hayatına düşkün, her geçen gün gücüne güç, servetine servet katmak için çırpınan maddeperest bir insan tarafından tebliğ edilmiş olmazdı. Şayet Resulullah, zevcelerine de bu umumi refahı sağlamış olsa idi, en küçük bir itirazla karşılaşmazlardı. Ne var ki Resul-i Ekrem, yaşantısını ve yaşantısının sadeliğini asla değiştirmeyecekti. Cemiyetin yaşantısında ne kadar değişiklik olursa olsun, dünyanın geçici zinetleri Resulullah’ın evinde yer almayacak, nübüvvet harimi, dünya alayişinden uzak kalacak, iktidar sahiplerine örnek olacaktı.
Hz.Peygamber’in hanımlarından gelen istekler üzerine nazil olan bu ayete “tahyir” (serbest bırakma) ayeti denir. Neticede, hanımları, refah ve zinet yerine Hz. Peygamber’i tercih etmişlerdir.
29. Eğer Allah’ı, Peygamberini ve ahiret yurdunu diliyorsanız, bilin ki, Allah, içinizden güzel davrananlar için büyük bir mükâfat hazırlamıştır.
30. Ey peygamber hanımları! Sizden kim açık bir hayâsızlık yaparsa, onun azabı iki katına çıkarılır. Bu, Allah’a göre kolaydır.
31. Sizden kim, Allah’a ve Resûlüne itaat eder ve yararlı iş yaparsa ona mükâfatını iki kat veririz. Ve ona (cennette) bol rızık hazırlamışızdır.
32. Ey Peygamber hanımları! Siz, kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz. Eğer (Allah’tan) korkuyorsanız, (yabancı erkeklere karşı) çekici bir eda ile konuşmayın; sonra kalbinde hastalık bulunan kimse ümide kapılır. Güzel söz söyleyin.
Ayette geçen emir, her ne kadar Resulullah (s.a.)ın hanımları için buyurulmuş ve onların özel durumları vurgulanmış ise de, hüküm, bütün müslüman hanımlara şamildir.
33. Evlerinizde oturun, eski cahiliye âdetinde olduğu gibi açılıp saçılmayın. Namazı kılın, zekâtı verin, Allah’a ve Resûlüne itaat edin. Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden, sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor.
Ayette hitabedilen Ehl-i Beyt, Resulullah’ın ev halkıdır: Ehl-i Beyt hususunda en uygun görüş şudur: Allah Resulü’nün evlatları, eşleri, torunları olan Hasan ve Hüseyin ve damadı Hz. Ali, Elh-i Beyt’i teşkil ederler.
34. Evlerinizde okunan Allah’ın âyetlerini ve hikmeti hatırlayın. Şüphesiz Allah, her şeyin iç yüzünü bilendir ve her şeyden haberi olandır.
35. Müslüman erkekler ve müslüman kadınlar, mümin erkekler ve mümin kadınlar, taata devam eden erkekler ve taata devam eden kadınlar, doğru erkekler ve doğru kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, mütevazi erkekler ve mütevazi kadınlar, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, ırzlarını koruyan erkekler ve (ırzlarını) koruyan kadınlar, Allah’ı çok zikreden erkekler ve zikreden kadınlar var ya; işte Allah, bunlar için bir mağfiret ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır.
36. Allah ve Resûlü bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir erkek ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Resûlüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.
37. (Resûlüm!) Hani Allah’ın nimet verdiği, senin de kendisine iyilik ettiğin kimseye: Eşini yanında tut, Allah’tan kork! diyordun. Allah’ın açığa vuracağı şeyi, insanlardan çekinerek içinde gizliyordun. Oysa asıl korkmana lâyık olan Allah’tır. Zeyd, o kadından ilişiğini kesince biz onu sana nikâhladık ki evlâtlıkları, karılarıyla ilişkilerini kestiklerinde (o kadınlarla evlenmek isterlerse) müminlere bir güçlük olmasın. Allah’ın emri yerine getirilmiştir.
Bu ayette zikredilen ve Kur’an’da adı geçen tek sahabi olan zat, Zeyd b. Harise’dir. Çocukluğunda esir düşmüş, Hz. Hatice onu köle olarak satın almıştır. Hz. Hatice’nin kendisine hediye ettiği bu çocuğu, Peygamberimiz azad edip evlat edinmişti. Resulullah, Zeyd’i çok severdi, ona halasının kızı Zeyneb binti Cahş’ı nikahlamıştı. Fakat Zeyneb, Zeyd ile geçinemedi. Zeyneb, asil bir aileden geldiği için bir köle azadlısı ile evlenmek istememiş, ancak bu yönde vahiy gelince onunla evlenmişti. Zeyd’e bir türlü ısınamamış, bu yüzden ona karşı asaletiyle övünmekten geri durmamıştı. Zeyd, bir süre daha buna sabretti ise de sonunda Allah’ın Resulüne varıp Zeyneb’den ayrılmak istediğini söyledi. Bunun üzerine Resulullah hoşnutsuzluğun sona ermesi için ayrılmalarını uygun bulduysada bunu Zeyd’in yüzüne söyleyemedi, ona sadece “karını yanında tut” dedi.
Hz. Peygamber’in içinde gizlediği şey, Zeyneb’in sonradan kendisine zevce olacağını bildiği halde bunu açıklamamasıdır. Bu konuda uydurulan birtakım isnatların aslı yoktur. Peygamberimiz, Zeyneb’in güzelliğine hayran kaldığı için onunla evlenmiş değildir. Zeyneb onun halasının kızı idi ve Peygamber onu her zaman görüyordu. İsteseydi onunla Zeyd’den önce kendisi evlenebilirdi.
38. Allah’ın, kendisine helâl kıldığı şeyde Peygamber’e herhangi bir vebâl yoktur. Önce gelip geçenler arasında da Allah’ın âdeti böyle idi. Allah’ın emri mutlaka yerine gelecek, yazılmış bir kaderdir.
39. O peygamberler ki Allah’ın gönderdiği emirleri duyururlar, Allah’tan korkarlar ve O’ndan başka kimseden korkmazlar. Hesap görücü olarak Allah (herkese) yeter.
40. Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir. Fakat o, Allah’ın Resûlü ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah her şeyi hakkıyla bilendir.
41. Ey inananlar! Allah’ı çokça zikredin.
42. Ve O’nu sabah-akşam tesbih edin.
Sabah-akşam bütün vakitleri içine almaktadır. Tesbih ve zikir, öncelikle “Sübhanellah”, “Elhamdülillah”, “La ilahe illallah”, “Allahüekber” ve “La havle vela kuvvete illa billahi’l-aliyyi’l-azim” ifadeleriyle yapılır.
43. Sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için üzerinize rahmetini gönderen O’dur. Melekleri de size istiğfar eder. Allah, müminlere karşı çok merhametlidir.
44. Kendisine kavuştukları gün, Allah’ın onlara iltifatı, “selâm” dır. Allah onlara çok değerli mükâfat hazırlamıştır.
45. Ey Peygamber! Biz seni hakikaten bir şahit, bir müjdeleyici ve bir uyarıcı olarak gönderdik.
46. Allah’ın izniyle, bir davetçi ve nûr saçan bir kandil olarak (gönderdik).
47. Allah’tan büyük bir lütfa ereceklerini müminlere müjdele.
48. Kâfirlere ve münafıklara boyun eğme. Onların eziyetlerine aldırma. Allah’a güvenip dayan, vekîl ve destek olarak Allah yeter.
49. Ey iman edenler! Mümin kadınları nikâhlayıp da, henüz zifafa girmeden onları boşarsanız, onları sayacağınız bir iddet süresince bekletme hakkınız yoktur. O halde onları (bir bağışla) memnun edin ve onları güzel bir şekilde serbest bırakın.
Zifaftan önce boşanan kadına, önceden tayin edilmiş bir mehir varsa onun yarısı verilir. Yoksa bağış yapılır. Bu bağışın belli bir miktarı yoktur. Bu şekilde boşanmış kadın iddet beklemeden evlenebilir.
50. Ey Peygamber! Mehirlerini verdiğin hanımlarını, Allah’ın sana ganimet olarak verdiği ve elinin altında bulunan cariyeleri, amcanın, halanın, dayının ve teyzenin seninle beraber göç eden kızlarını sana helâl kıldık. Bir de Peygamber kendisiyle evlenmek istediği takdirde, kendisini peygambere hibe eden mümin kadını, diğer müminlere değil, sırf sana mahsus olmak üzere (helâl kıldık). Kuşkusuz biz, hanımları ve ellerinin altında bulunan cariyeleri hakkında müminlere neyi farz kıldığımızı biliriz. (Bu hususta ne yapmaları lâzım geldiğini onlara açıkladık) ki, sana bir zorluk olmasın. Allah bağışlayandır, merhamet edendir.
Nisa suresinin üçüncü ayetinde dörtten fazla evlenmeye izin verilmediği halde, bu ayette Resulullah’ın dörtten fazla hanımla evlenmesine müsaade edilmiştir. Resulullah’a has olan bu müsaadenin hukuki, ictimai, siyasi ve eğitimle ilgili sebepleri vardır.
Hz. Peygamber dışındaki müminlere verilen birden fazla evlilik izni ve bunun sınırları hakkında bak. Nisa 4/3’ün açıklaması.
51. Onlardan dilediğini geriye bırakır, dilediğini de yanına alırsın. Boşadığın hanımlarından arzu ettiğini tekrar yanına almanda, senin üzerine bir günah yoktur. Böyle yapman onların mutlu olmalarına, üzülmemelerine ve hepsinin, senin verdiklerine razı olmalarına daha uygundur. Allah, kalplerinizde olanı bilir. Allah hakkıyle bilendir, halîmdir.
28 ve 29. Ayetlerde Resulullah (s.a.)ın hanımlarına onunla birlikte kalmak veya ayrılmak şıklarından birini seçmeleri teklif edilmiş, onları Resulullah ile birlikte kalmaya tercih etmişlerdi. Bu ayette de aynı seçim hakkı Resulullah’a verilmiş, o da hanımlarından ayrılmamayı uygun bulmuştur.
52. Bundan sonra artık başka kadınlarla evlenmen, elinin altında bulunan cariyeler hariç, güzellikleri hoşuna gitse bile, bunların yerine başka hanımlar alman sana helâl değildir. Allah her şeyi gözetler.
53. Ey iman edenler! Siz zamanını gözetlemeksizin, bir yemeğe davet edilmedikçe, Peygamber’in evlerine girmeyin. Ancak davet edildiğiniz vakit girin. Yemeği yediğinizde hemen dağılın, sohbete dalmayın. Çünkü bu hareketiniz Peygamber’i üzmekte, fakat o (size bunu söylemekten) utanmaktadır. Ama Allah, hakkı söylemekten çekinmez. Peygamber’in hanımlarından bir şey istediğiniz zaman perde arkasından isteyin. Bu, hem sizin kalpleriniz, hem de onların kalpleri için daha temiz bir davranıştır. Sizin Allah’ın Resûlünü üzmeniz ve kendisinden sonra onun hanımlarını nikâhlamanız asla caiz olamaz. Çünkü bu, Allah katında büyük (bir günah) tır.
Bu ayet, Hz. Peygamber’in evine yemekten önce gelen, yemek hazır oluncaya kadar bekleyen, yemekten sonra da kalkıp gitmeyenler hakkında nazil olmuştur. Ayet-i kerime, müslümanların Resulullah’a ve hane-i saadete karşı nasıl davranacaklarını, birbirlerine karşı nasıl muamele edeceklerini bildirmektedir. Buna göre bir kimsenin başkasını rahatsız etmemesi, evinde huzur ve istirahatını bozmaması, davet edildiğinde bildirilen zamandan önce gitmemesi, yemekten sonra fazla oturmaması gerekmektedir.
54. Bir şeyi açığa vursanız da, gizleseniz de şüphe yok ki Allah, her şeyi gayet iyi bilmektedir.
Peygamber hanımlarına hitaben perde arkasından konuşmayı emreden ayet inince, onların yakın akrabaları “Biz de mi perde arkasından konuşacağı?” diye sordular. Bunun üzerine şu ayet indi:
55. Onlara (Peygamber’in hanımlarına), babaları, oğulları, kardeşleri, kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin oğulları, kadınları (mümin kadınlar) ve ellerinin altında bulunan câriyelerinden dolayı bir günah yoktur. (Ey Peygamber hanımları!) Allah’tan korkun; şüphesiz Allah, her şeye şahittir.
56. Allah ve melekleri, Peygamber’e çok salevât getirirler. Ey müminler! Siz de ona salevât getirin ve tam bir teslimiyetle selam verin.
Allah’ın salevatı, rahmet etmek ve kulunun şanını yüceltmektir. Meleklerin salevatı, Peygamber’in şanını yüceltmek, müminlere bağış dilemek anlamınadır. Müminlerin salatı ise, dua anlamına gelmektedir. Allah bütün müminlere, peygamberlerine salat ve selam getirmelerini emretmekte ve ona saygı göstermelerini istemektedir. “Allahümme salli ala Muhammedin” demek salat, “Esselamü aleyke eyyühe’n-nebiyyü” demek selamdır. Peygamberimizden rivayet edilen çok sayıda salevat-ı şerife vardır. Bunları okumak, mümkün olduğu kadar çok salat ve selam getirmek, Peygamber’in sevgisini celbeder, şefaatine sebep olur.
57. Allah ve Resûlünü incitenlere Allah, dünyada ve ahirette lânet etmiş ve onlar için horlayıcı bir azap hazırlamıştır.
Bunların, özellikle, “Uzeyr Allah’ın oğludur, Allah’ın eli bağlıdır, Allah fakir, biz zenginiz” diyen yahudiler; “Mesih, Allah’ın oğludur, o üçün üçüncüsüdür” diyen hıristiyanlar; “Melekler, Allah’ın kızlarıdır, putlar onun ortaklarıdır” diyen müşrikler olduğu söylenmiştir.
58. Mümin erkeklere ve mümin kadınlara, yapmadıkları bir şeyden dolayı eziyet edenler, şüphesiz bir iftira ve apaçık bir günah yüklenmişlerdir.
59. Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve müminlerin kadınlarına (bir ihtiyaç için dışarı çıktıkları zaman) dış örtülerini üstlerine almalarını söyle. Onların tanınması ve incitilmemesi için en elverişli olan budur. Allah bağışlayandır, esirgeyendir.
60. Andolsun, iki yüzlüler, kalplerinde hastalık bulunanlar (fuhuş düşüncesi taşıyanlar), şehirde kötü haber yayanlar (bu hallerinden) vazgeçmezlerse, seni onlara musallat ederiz (onlarla savaşmanı ve onları şehirden sürüp çıkarmanı sana emrederiz); sonra orada, senin yanında ancak az bir zaman kalabilirler.
61. Hepsi de lânetlenmiş olarak nerede ele geçirilirlerse, yakalanır ve mutlaka öldürülürler.
62. Allah’ın önceden geçenler hakkındaki kanunu budur. Allah’ın kanununda asla bir değişiklik bulamazsın.
63. İnsanlar sana kıyametin zamanını soruyorlar. De ki: Onun bilgisi Allah katındadır. Ne bilirsin, belki de zamanı yakındır.
64. Şu muhakkak ki, Allah kâfirleri rahmetinden kovmuş ve onlara çılgın bir ateş hazırlamıştır.
65. (Onlar) orada ebedî olarak kalacaklar, (kendilerini koruyacak) ne bir dost ne de bir yardımcı bulacaklardır.
66. Yüzleri ateşte evrilip çevrildiği gün: Eyvah bize! Keşke Allah’a itaat etseydik, Peygamber’e de itaat etseydik! derler.
67. Ey Rabbimiz! Biz reislerimize ve büyüklerimize uyduk da onlar bizi yolda saptırdılar, derler.
68. Rabbimiz! Onlara iki kat azap ver ve onları büyük bir lânetle rahmetinden kov.
69. Ey iman edenler! Siz de Musa’ya eziyet edenler gibi olmayın. Nihayet Allah onu, dedikleri şeyden temize çıkardı. O, Allah yanında şerefli idi.
Hz. Musa’nın, kavmiyle birlikte soyunup yıkanmadığını görenler, uzvi bir hastalığı olduğunu söyleyerek onu incittiler. Bir gün Hz. Musa tek başına yıkanırken elbisesini bir taşın üstüne koymuştu. Giyinmek için gelince, taş elbise ile hareket edip kavminin yanına geldi. Böylece onda bir hastalık olmadığını gördüler. Bu iddialarının asılsızlığı, kendi şehadetleriyle ortaya çıkarıldı.
Hz. Peygamber de bir ganimet taksimi esnasında münasebetsiz bir itirazla karşılaşmıştı. Ayet bu tür eziyetlere işaret ederek müminleri uyarmaktadır.
70. Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve doğru söz söyleyin.
71. (Böyle davranırsanız) Allah işlerinizi düzeltir ve günahlarınızı bağışlar. Kim Allah ve Resûlüne itaat ederse büyük bir kurtuluşa ermiş olur.
72. Biz emaneti, göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler, (sorumluluğundan) korktular. Onu insan yüklendi. Doğrusu o çok zalim, çok cahildir.
İnsana yüklenen emanet, işlenmesinde sevab, terkinde ikab olan ibadet ve davranışlarla, akıl ve düşünce kabileyetidir. Kulluk ve akıl emanetine riayet edilmezse, zulüm ve bilgisizliğe sapılmış olur. Bu emaneti vermekle Allah, insanı teklifleriyle sorumlu tutmuş ve böylece onu imtihan etmiştir.
73. (Allah bu emaneti insana vermek sûretiyle), münafık erkeklere ve münafık kadınlara, müşrik erkeklere ve müşrik kadınlara azap edecek, inanan erkeklerin ve inanan kadınların da tevbesini kabul buyuracaktır. Allah bağışlayandır, merhamet edendir.
Şirk, iman ve amel hususunda Allah’a ortak koşmak demektir. Bunu yapana da müşrik denir.
BU SUREYLE İLGİLİ ÖNEMLİ BİLGİLER
Adı: Sure el-Ahzab adını 20. ayetten alır. “Ahzâb”, “hizb”in çoğuludur. Topluluk, gurup, bölük, parti gibi manalara gelir. Bu sûrede, müslümanlara karşı savaşmak üzere birleşen Arap kabilelerinden bahsedildiği için, bu isim verilmiştir.
Nüzul Zamanı: Sure üç önemli olayı ele alır: H.5. yılın, Şevval ayında meydana gelen Hendek Savaşı (Ahzab: Hizipler) ; H.5 yılının Zil-Kade ayında yapılan Beni Kurayza gazvesi ve yine H.5. yılının Zil-Kade ayında meydana gelen Peygamberimizin (s.a) Zeynep ile evlenmesi olayı. Bu tarihi olaylar, bu surenin nüzul tarihini bildirmektedir.
Tarihsel Arka-plan: Hz. Peygamber’in (s.a) tayin ettiği okçuların hatası yüzünden İslâm ordusunun Uhud’daki geri çekilişi (H.3) , Arap putperestlerin, Yahudilerin ve münafıkların moralini o denli yükseltmişti ki, en sonunda İslam’ı ve Müslümanları tamamen ortadan kaldıracakları ümidine kapılmaya başladılar. Onların bu moral yüksekliği, Uhud’dan bir yıl sonra meydana gelen olaylardan da anlaşılabilir. Henüz iki ay geçmişti ki, Necd’den Beni Esad kabilesi Medine üzerine sefer hazırlıklarına başladı. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a) , onlar üzerine Ebu Seleme kumandasında küçük bir ordu göndermek zorunda kaldı. H.4. yılın sefer ayında Adel ve Kâre kabilelerinden bazı adamlar, Peygamber’den (s.a) kendilerine İslâm’ı öğretecek kimseler göndermesini istediler. Bu amaçla sahabeden altı kişi onlarla birlikte gönderildi. Fakat Raci’ye (Râbiğ ve Cidde arasında bir yer) ulaştıklarında Hudayl’ı onların üzerine gönderdiler. O da sahabeden dördünü şehit etti, diğer ikisini de (Hz. Hubeyb bin ‘Adiy ve Hz. Zeyd bin ed-Desihne) Mekke’ye götürüp düşmana sattı.
Yine Safer ayı içinde Beni Amir’den bir kabile reisinin isteği üzerine Hz. Peygamber (s.a) Ensarın gençlerinden oluşan 40 kişilik (bazılarına göre 70) bir tebliğci grubu da Necd’e gönderdi. Fakat onlar da kandırılmışlardı. Beni Süleym kabilesinin Useyye, Ri’l ve Zekvân kollarından bir grup adam onları Bi’r Mauna’da aniden sarıp şehit ettiler. O sırada Medine’deki Yahudi kabilesi Beni Nadir cesaret alarak anlaşmalara ihanet etmeye devam ediyordu. O denli ki, H.4. yılın Rabi’ul- Evvel ayında Peygamber’e (s.a) bizzat bir suikast girişiminde bulundular. H.4. yılın Cemaziyel-Evvel ayında Beni Gatafan kabilelerinden Beni Sa’lebe ve Beni Muharib, Medine’ye saldırı hazırlıklarına giriştiler ve Hz. Peygamber (s.a) onları cezalandırmaya gitmek zorunda kaldı. Yani, Uhud’daki yenilgiden sonra Müslümanlar, yedi veya sekiz ay boyunca sürekli geri tepen bir durum içinde yaşadılar. Bununla birlikte Hz. Peygamber’in (s.a) hikmeti ve kararlılığı ve sahabenin büyüklerinin fedakârlık ruhu, bu ters şartları kısa bir süre içinde değiştirdi. Arapların uyguladığı ekonomik boykot, Medinelilerin hayatını zorlaştırıyordu. Medine çevresindeki bütün müşrik kabileler isyan ediyorlardı. Medine içinde de Yahudiler ve münafıklar fitne çıkarıyorlardı. Fakat bir avuç samimi Müslümanın, Hz. Peygamber’in (s.a) önderliğinde ardı ardına aldığı önlemler, Arabistan’da İslâm’ın gücünü tekrar eski haline getirmekle kalmadı, aynı zamanda bu gücü artırdı.
Hendek Savaş’ından Hemen Önceki Gazveler
Böyle bir girişim Uhud Savaş’ından hemen sonra yeralmıştı. Savaşın hemen ertesi günü, Müslümanların büyük çoğunluğunun yaralandığı, hemen hemen her evin bir şehid vermesi nedeniyle üzüntü içinde bulunduğu ve Hz. Peygamber’in (s.a) hem yaralı, hem de amcasının şehadeti nedeniyle üzgün olduğu sırada, Peygamber (s.a) , samimi İslâm erlerini, putperestlerin Medine’ye geri dönüp saldırmamaları için takibe çağırdı. Hz. Peygamber’in (s.a) bu tahmini tamamen doğruydu. O, Kureyşlilerin kazandıkları zaferin avantajını kullanmadan geri çekilmiş olmalarına rağmen, konakladıklarında bu akılsızlıklarından pişman olacaklarını ve yolculuk sırasında meseleyi soğukkanlılıkla ele alıp tekrar Medine’ye saldıracaklarını biliyordu. Bunun üzerine Kureyş ordusunun peşinden gitmeye karar verdi ve hemen Müslümanlardan 630 kişi gönüllü olarak ona katıldılar. Mekke yolu üzerindeki Hamra- El-Esed’e varıp orada üç gün boyunca konakladıklarında Hz. Peygamber (s.a) dost bir gayri- müslimden Ebu Süfyan’ın 2978 kişilik bir ordu ile Medine’ye 36 mil uzaklıkta olan Ravha’da kaldığını öğrendi.
Kureyş ordusu yaptığı hatadan pişman olmuştu ve Medine’ye tekrar saldırı planları yapıyordu. Fakat Peygamber’in (s.a) bir ordu ile peşlerinden geldiğini duyduklarında cesaretlerini yitirdiler ve bu planlarından vazgeçtiler. Bu hareketle sadece Kureyşliler safdışı bırakılmakla kalmamış, aynı zamanda Medine çevresinde yaşayan diğer düşmanlar da, Müslümanların, kararlı, bilgili ve tecrübeli bir şahıs tarafından yönetildiğinin ve Müslümanların onun emriyle her an onların güvenliklerini sarsmaya hazır olduklarının farkına varmışlardı. (Ayrıntılar için bkz. Ali İmran Suresi giriş bölümü ve an: 122)
Daha sonra Beni Esed, Medine’ye sefer hazırlıklarına girişir girişmez, Hz. Peygamber’in (s.a) gizli ajanları hemen onların bu niyeti hakkında ona bilgi ulaştırdılar. Böylece Beni Esed henüz Medine’ye saldıracak gücü toplayamadan Hz. Peygamber (s.a) , onları bastırmak üzere Ebu Seleme (Hz. Seleme’nin ilk hocası) kumandasında 150 kişilik bir ordu gönderdi. Müslüman ordusu, Beni Esed’i ansızın bastırdı. Beni Esed bu şaşkınlıkla tüm mallarını Müslümanların eline geçecek şekilde geride bırakarak kaçtı.
Bundan sonra sıra Beni Nadir kabilesine gelmişti. Onların Peygamber’e (s.a) suikast düzenledikleri ve bu sırrın ortaya çıktığı gün, Hz. Peygamber (s.a) onlara on gün içinde Medine’yi terk etmelerini söyledi ve bu sürenin sonunda hâlâ gitmeyenlerin öldürüleceğini bildirdi.Münafıkların lideri Abdullah bin Ubeyy onlara bu teklifi kabul etmemelerini ve Medine’den ayrılmamalarını söyledi. Hatta onlara 2000 kişi ile yardım edeceğine dair söz verdi ve Necd’den Beni Gatafan’ın da yardımlarına geleceğini temin etti. Bunun üzerine Beni Nadir, Hz. Peygamber’e (s.a) ne yaparsa yapsın Medine’den çıkmayacaklarına dair haber gönderdi.
On günlük süre sona erer ermez, Hz. Peygamber (s.a) Beni Nadir’i kuşatma altına aldı, fakat hiçkimse onları kurtarmaya gelmedi. En sonunda Beni Nadir’liler, üç kişiye bir deve olmak üzere istedikleri kadar mal yükleyip, diğer mallarını geride bırakmak ve böylece Medine’den ayrılmak şartıyla teslim oldular.
Böylece Beni Nadir’in bütün evleri, bahçeleri ve diğer malları Müslümanların eline geçti ve bu hain kabile Hayber, Vad il-Kur’a ve Suriye’ye dağılarak yerleşti.
Daha sonra Peygamber (s.a) dikkatini, Medine’ye bir saldırı hazırlığı içinde olan Beni Gatafan’a çevirdi. 400 Müslümanı yanına alıp onlara Zat-ür-Rika’da baskın yaptı. Gatafanlılar o denli şaşırmışlardı ki hiç savaşmaksızın evlerini bıraktılar ve dağlara sığındılar.
Bundan sonra, H.4. yılın Şaban ayında Hz. Peygamber (s.a) , Ebu Süfyan’la savaşmak üzere Bedir’e gitti. Uhud Savaşı’nın sonunda Ebu Süfyan Müslümanlara ve Hz. Peygamber’e (s.a) şöyle meydan okumuştu: “Sizinle bir yıl sonra tekrar Bedir’de karşılaşalım. ” Cevap olarak Peygamber (s.a) sahabeden birine şöyle söylemesini emretmişti: “Tamam, bu teklifinizi kabul ediyoruz.” Bu nedenle kararlaştırılan vakitte Peygamber (s.a) 1500 kişilik Müslüman ordusuyla Bedir’e gitti. Diğer taraftan Ebu Süfyan 2000 kişilik bir orduyla Mekke’den yola çıktı. Fakat Merr’ez-Zehran’dan (şimdiki Vad-i Fatıma) öteye ilerleme cesaretini gösteremedi. Hz. Peygamber (s.a) sekiz gün boyunca Bedir’de Ebu Süfyan’ın ordusunu bekledi. Bu sırada Müslümanlar bir ticaret kervanı ile çok kârlı alışverişler yaptılar.Bu olay, Uhud’da kaybedilen güçlülük imajını Müslümanlara tekrar kazandırdı. Aynı zamanda bütün Arabistan’ın, Kureyş’in artık tek başına Hz. Muhammad’i (s.a) durdurmaya güç yetiremeyeceğini farketmesini sağladı. (Ayrıca bkz. Al-i İmran an: 124)
Müslümanların bu güçlü itibarı başka bir olayla daha da desteklenmiş oldu. Dumat’ül-Cendel (Şimdiki Yauf) , Suriye-Arabistan sınırında önemli bir merkezdi. Güneyde Irak ile Kuzeyde Suriye ve Mısır arasında ticaret yapan Arap kervanları, oradan geçtiklerinde yerliler tarafından soyulup yağmalanıyorlardı. H.5. yılın Rebi-ül-Evvel ayında, Hz Peygamber 1000 kişilik bir ordu ile bizzat onları cezalandırmaya gitti. Dumet-ül-Cendeliler ona karşı çıkıp savaşma cesareti gösteremediler ve orayı terkedip kaçtılar. Bu, bütün Kuzey Arabistan’ın, İslâm’ın gücünden korkmaya başlamasına neden oldu ve kabileler Medine’de doğan bu büyük gücün dehşet verici olduğunu ve artık bir veya iki kabile tarafından durdurulamayacağını farkettiler.
Hendek Savaşı
Hendek Savaşı meydana geldiğinde şartlar böyleydi. Aslında bu savaş, Medine’de doğan yeni gücü ortadan kaldırmak isteyen birçok Arap kabilesinin ortak bir saldırısıydı. Savaş, Medine’den çıkarıldıktan sonra Hayber’e yerleşen Beni Nadir Yahudileri tarafından teşvik edilmiştir. Beni Nadir Yahudileri Kureyş, Gatafan, Hudayl ve daha birçok kabileyi dolaşarak onlara tüm güçlerini birleştirip hep birden Medine’ye saldırmayı teklif etmişlerdi. Böylece H.5. yılın Şevval ayında, Arap kabilelerinden oluşan büyük bir ordu, Medine üzerine yürüdü.Kuzeyden, Medine’den sürüldükten sonra Hayber ve Va’dil-Kura’ya yerleşen Beni Nadir ve Beni Kaynuka Yahudileri geliyordu. Doğudan Gatafan kabileleri -Beni Süleym, Fezare, Mürre, Aşca, Sa’d, Esed, vs- Güneyden ise müttefikleri ile birlikte Kureyşliler geliordu.
HARİTA -III –
Hz. Peygamber döneminde Arap kabileleri
HARİTA – IV –
Hendek Savaşı
Eğer bu ani bir saldırı olsa sonu felaket olabilirdi. Fakat Hz. Peygamber (s.a) Medine’de bundan habersiz değildi. Onun her kabilede düşmanın hareketlerini hemen kendisine haber veren adamları ve İslâmî hareketin sempatizanları vardı. Düşman şehre ulaşmadan önce Müslümanlar altı gün içinde Medine’nin kuzey-batısına bir hendek kazmışlar ve Sel Dağı’nı arkalarına alarak hendeği 3000 kişilik bir ordu ile korumaya hazır hale gelmişlerdi. Medine’nin güneyinde birçok bahçeler vardı (bugün de hâlâ vardır.) ve o taraftan saldırı olamazdı. Doğuda ise büyük bir ordunun geçmesini imkansız kılan kayalıklar vardı. Güney-batı tarafı için de aynı şey söz konusuydu. Bu nedenle sadece Uhud’un doğu ve batısından saldırı yapılabilirdi ve Hz Peygamber (s.a) buraları da bir hendek kazdırarak emniyete almıştı. Kafirler Medine’nin dışında bir hendekle karşılaşacaklarından habersizdiler. Böyle bir savunma stratejisi Araplara yabancıydı. Bu nedenle hazırlanmadıkları halde kış mevsiminde uzun bir kuşatmaya katlanmak zorundaydılar.
Bundan sonra kâfirlere sadece bir seçenek kalıyordu:Şehrin güney doğusunda oturan Yahudi kabilesi Beni Kurayza’yı ihanet ve isyana teşvik etmek. Müslümanlar, Yahudilerle şehre bir saldırı olduğunda onu birlikte savunacaklarına dair bir anlaşma yaptıkları için o tarafta hiçbir önlem almamışlar, hatta ailelerini güney-doğudaki korunmalı evlere yerleştirmişlerdi. Saldırganlar İslam savunmasındaki bu zayıflığın farkına vardılar. Beni Nadir’in lideri Huyay bin Ahtab’ı anlaşmayı bozup savaşa katılmaları için Beni Kurayza ile konuşmaya gönderdiler. Başlangıçta Beni Kurayzalılar bu teklifi kabul etmediler ve anlaşmaya tamamen sadık kalıp hiçbir şekilde ona ihanet etmeyen Muhammad”le (s.a) anlaşma halinde olduklarını söylediler. Fakat İbn Ahtab onlara: “Bakın, ona karşı bütün Arabistan’ın gücünü birleştirdim. Bu ona bir son vermek için mükemmel bir fırsat. Eğer bu fırsatı kaçırırsanız bir daha böylesi elinize geçmez.” deyince İslâm düşmanı, Yahudi kafası bütün ahlâkî sorumlulukları unuttu ve Beni Kurayzalılar anlaşmayı bozmaya ikna oldular.
Hz. Peygamber (s.a) bununla ilgili haberleri aldı. Bunun üzerine Ensar’ın ileri gelenlerinden Sa’d ibn Ubade, Sa’d ibn Muaz, Abdullah bin Revaha ve Havvat bin Cübeyr’i gerçeği araştırmak üzere gönderdi. Onlara eğer Beni Kurayza’nın hâlâ anlaşmaya bağlı olduğunu tespit ederlerse, gelip gerçeği bütün İslâm ordusu önünde açıkça söylemelerini, yok eğer onların anlaşmaya ihanet ettiklerini tespit ederlerse, Müslümanların moralinin bozulmaması için gerçeği sadece kendisine söylemelerini emretti. Oraya vardıklarında sahabîler Beni Kurayzalıları ihanete dalmış buldular. Onlar sahabîlere açıkça şöyle dediler: “Bizimle Muhammed arasında ne anlaşma, ne de bir sözleşme vardı.” Bunun üzerine sahabîler Peygamber’in (s.a) yanına döndüler ve “Adel ve Kare” dediler. Yani “Kurayzalılar, Adel ve Kare’nin Reci’de İslâm tebliğcilerine yaptıklarını yaptılar.” dediler.
Bu haber Müslümanlar arsında yayıldı ve büyük bir dehşete neden oldu, çünkü her taraftan sarılmışlardı ve şehirleri hiçbir savunma önlemi almadıkları, hatta ailelerini korunmak üzere gönderdikleri taraftan tehdit ediliyordu. Bu münafıkların cesaretini ve faaliyetini artırdı ve Müslümanların moralini yıkmak için psikolojik saldırıya geçtiler. Birisi şöyle diyordu: “Ne garip ! Bize Sezar’ın ve Kisra’nın topraklarını ele geçireceğimiz söyleniyor, oysa burada hiç birimiz kaçıp kendini kurtaracak halde bile değil.” Başka birisi de Hendek’teki görev yerini bırakıp tehlikede olan kendi evini savunmaya gitmek için izin istiyordu. Bir başkası da gizlice şöyle bir propaganda yapıyordu: “Saldırganlarla meselenizi kendiniz halledin ve Muhammed’i onlara teslim edin.” Bu, kalbinde ufak bir parça da olsa nifak taşıyan herkesin kendini eleverdiği çok kritik bir andı. Sadece hakikî ve samimi Müslümanlar bağlılık ve fedakârlıklarında sebat edip dayandılar.
Bu kritik anda Hz. Peygamber (s.a) Beni Gatafan ile barış görüşmeleri yaptı ve savaştan çekilmelerine karşılık onlara Medine hurma hasadının üçte birini kabul ettirmeye çalıştı. Fakat Ensarın ileri gelenlerinden Sa’d bin Ubade ve Sa’d bin Muaz’a barış şartları ile ilgili fikirlerini sorduğunda onlar şöyle dediler: “Ey Allah’ın Rasulü ! Bu senin fikrin mi, yoksa Allah’ın emri mi? Yoksa bu teklifi sadece bizi düşmandan korumak için mi yapıyorsunuz?” Hz. Peygamber (s.a) şu cevabı verdi: “Bunu sadece sizi kurtarmak için teklif ediyorum. Bütün Arabistan’ın size karşı ortak bir cephe oluşturduğunu görüyorum. Bu nedenle düşmanı bölmek istiyorum.” Bunu üzerine iki sahabe şöyle dediler: “Efendimiz, eğer bunu bizim için yapıyorsanız, hemen unutun. Bu kabilelere, müşrik olduğumuz dönemlerde haraç vererek boyun eğmedik. Şimdi Allah ve Rasulüne iman ile şereflendiğimiz halde, bu rezilliğe boyun mu eğeceğiz ? Allah aramızda hüküm verinceye dek kılıç aramızda hakem olacaktır.” Bu sözlerin ardından henüz imzalanmamış olan anlaşma metnini yırttılar.
O sırada Gatafan kabilesinin Asça koluna mensup olan Nuaym bin Mesud Müslüman olmuş, Hz. Peygamber’in (s.a) huzuruna gelip şöyle demişti: “Benim Müslüman olduğumu henüz kimse bilmiyor. Sana dilediğin şekilde hizmette bulunabilirim.” Buna karşılık Peygamber (s.a) : “Git ve düşman arasına ayrılık tohumları saç.” dedi. Bunun üzerine Nuaym dost olduğu Kurayzalılara gitti ve şöyle dedi: “Kureyşliler ve Gatafanlılar kuşatmadan sıkılabilir ve bırakıp gidebilirler ve hiçbir kayıpları olmaz, oysa siz burada Müslümanlarla birlikte yaşamak zorundasınız. Eğer böyle olursa, durumunuzun nasıl olacağını bir düşünün. Dışarıdan kuşatanlar size bazı önemli şahısları rehin vermedikçe düşmanla işbirliği yapmamanızı tavsiye ederim.” Bu, Beni Kurayzalılar üzerinde istenen etkiyi yaptı ve kuşatma için birleşmiş olan kabilelerden rehine istemeye karar verdiler. Nuaym daha sonra Kureyş ve Gatafan liderlerine gidip: “Beni Kurayzalılar, gevşek ve kararsız görünüyorlar. Belki de sizden bazı rehineler isterler ve Muhammed’le (s.a) aralarını düzeltmek için bu rehineleri ona teslim ederler. Bu nedenle onlarla olan ilişkilerinizde çok dikkatli ve ihtiyatlı olun.” dedi. Bu, kuşatma için birleşen cephenin Beni Kurayzalılardan şüphelenmesine neden oldu ve onlara şöyle bir mesaj gönderdiler: “Bu uzun kuşatmadan bıktık, artık karşılıklı bir çarpışma olsun. Bu nedenle her iki taraftan ortak bir saldırı yapalım.” Beni Kurayzalılar da şu cevabı verdiler: “Bize ileri gelen önemli adamlarınızdan rehineler vermedikçe savaşa katılamayız.” Kureyş ve Gatafan kabileleri Nuaym’ın söylediğinin doğru olduğuna kani oldular. Rehine göndermeyi reddettiler. Diğer taraftan Beni Kurayzalılar da Nuaym’ın kendilerine iyi bir tavsiyede bulunduğu inancına vardılar. Yani uygulanan strateji işe yaramış, düşmanı bölmüştü.
1Bu olay sırasında Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştu: “Savaşta hile caizdir.”
Kuşatma 25 günden fazla sürdü. Mevsim kıştı. Yiyecek, içecek ve hayvan yemi stoku gün geçtikçe azalıyor ve taraflar arasındaki ayrılık kuşatıcıların moralleri üzerinde büyük bir baskı yaratıyordu. O sırada bir gece aniden gökgürültüsü ve şimşekle beraber bir rüzgar fırtınası çıktı. Soğuk ve karanlığa bir de bu eklenmişti. Rüzgâr çadırları yerinden söküyor ve düşmanı rahatsız ediyordu. Tabiatları icabı bu kadar şiddete dayanamazlardı. Bu nedenle henüz sabah olmadan savaş alanını terkedip evlerine döndüler. Müslümanlar sabahleyin uyandıklarında, savaş alanında bir tek düşman askerinin bile kalmadığını gördüler. Savaş alanını tamamen boş bulan Hz. peygamber (s.a) şöyle dedi: “Kureyş bundan sonra size hiçbir zaman saldıramayacak şimdi sıra sizde.”
Bu, durumu çok doğru değerlendiren bir sözdü. Sadece Kureyşliler değil, diğer bütün düşman kabileler de İslâm’a karşı son saldırılarını yapmışlar ve başaramamışlardı. Artık Medine’yi işgal etmeyi düşünemezlerdi bile, şimdi saldırı sırası Müslümanlardaydı.
Beni Kurayza Gavzesi
Hz. Peygamber (s.a) Hendek’ten döndüğünde, öğlen vakti Cebrail (a.s) geldi ve Müslümanların silahlarını bırakmayıp Beni Kurayza sorununu da halletmelerini söyleyen ilahi emri getirdi. Bu emri alan Peygamber (s.a) şöyle dedi: “İtaatinde sabit olan hiçkimse Beni Kurayza topraklarına varıncaya dek ikindi namazını kılmasın.” Bundan hemen sonra Hz. Peygamber (s.a) Hz. Ali (r.a) kumandasında küçük bir bölüğü öncü kol olarak Beni Kurayza’ya gönderdi. Öncü kol oraya ulaştığında, Yahudiler çatılara çıkıp Peygamber (s.a) ve Müslümanlar hakkında iyi sözler söylemeye başladılar, fakat yaptıkları hareketler onları ihanetlerinin kötü akibetinden kurtaramadı. Onlar, savaşın en kritik anında anlaşmaya ihanet etmişler, düşmanla işbirliği yapmışlar ve bütün Medinelileri tehlikeye atmışlardı. Beni Kurayzalılar Hz. Ali’yi (r.a) öncü birliği sandılar. Fakat Hz. Peygamber’le (s.a) birlikte bütün İslâm ordusu gelip etraflarını kuşatınca büyük bir dehşete kapıldılar. Bu kuşatmaya iki veya üç haftadan fazla dayanamadılar. En sonunda haklarında Evs’in lideri Sa’d ibn Muaz’ın (r.a) hüküm vermesi şartıyla teslim oldular. Hakim olarak Sa’d ibn Muaz ‘ı (r.a) seçmişlerdi, çünkü İslâm-öncesi dönemde Evs ve Kurayza müttefikti ve bu eski bağların, daha önce Beni Kaynuka ve Beni Nadir Yahudilerinde olduğu gibi, kendilerinin Medine’yi terketmelerini sağlayacağını umuyorlardı. Evs kabilesi mensupları da Sa’d’ın (r.a) eski müttefikleri olan Kurayzalılara yumuşak davranmasını istiyorlardı. Fakat Hz. Sa’d (r.a) , daha önce Medine’den ayrılmalarına izin verilen Yahudi kabilelerinin, Medine çevresindeki diğer kabileleri nasıl savaşa teşvik ettiklerini ve nasıl Müslümanlara karşı on-oniki bin kişilik birleşik bir cephe oluşturduklarını görmüş ve bizzat yaşamıştı. Bu son Yahudi kabilesinin de, şehrin dışarıdan saldırıya maruz kaldığı ve bütün nüfusunun hayatının tehlikede olduğu kritik bir anda nasıl haince davrandığından haberdardı. Bu nedenle Beni Kurayza’nın bütün erkeklerinin öldürülmesi, kadın ve çocuklarının esir alınması ve mallarının Müslümanlar arasında dağıtılması hükmünü verdi. Ceza adil bir şekilde yerine getirildi. Müslümanlar, Yahudilerin evlerine girdiklerinde, bu hainlerin savaşa katılmak için yaklaşık 1500 kılıç, 300 zırh, 2000 mızrak ve 1500 kalkan toplamış olduklarını gördüler.
Eğer Müslümanlara Allah’ın yardımı ulaşmamış olsaydı, bütün bu silahlar, kâfirler Hendek’ten toplu bir saldırı yaptığı sırada Müslümanlara karşı arkadan kullanılmış olacaktı. Bu ortaya çıktığında, Hz. Sa’d’ın (r.a) bu insanlar hakkında verdiği kararın tamamen yerinde olduğu anlaşıldı.
Sosyal Düzenlemeler (Reformlar)
Uhud Savaşı ile Hendek Savaşı arasında geçen iki yıllık dönem, bir rahatsızlık ve karmaşa dönemiydi. Peygamber (s.a) ve ashabı rahat ve barış içinde bir gün bile geçirmemişlerdi. Buna rağmen bir bütün olarak reforma ve İslâm toplumunun yeniden inşasına hiç ara verilmeksizin devam edildi. İşte bu dönemde evlilik ve boşanma ile ilgili İslâm kuralları kondu, miras hukuku belirlendi, içki ve kumar yasaklandı, ekonomik ve sosyal hayatın diğer yönlerini kapsayan birçok kural ve düzenlemeler getirildi.
Bu hususta, düzeltilmesi gereken en önemli şey, evlat edinme olayı idi. Araplarda evlat edinilen çocuk gerçek bir oğul gibi kabul ediliyordu. Mirastan pay alıyor, evlat edinen anne onu gerçek bir oğul, kızı da onu öz kardeş gibi kabul ediyordu; evlat edinilen oğul,evlat edinen kişinin kızıyla veya ölümünden sonra onun dul karısıyla evlenemezdi. Evlatlık öldüğünde veya karısını boşadığında da aynı şey sözkonusuydu. Evlat edinen kişi, evlatlığının karısını gerçekten öz gelini imiş gibi kabul ediyordu. Bu gelenek, Bakara ve Nisa Surelerinde Allah tarafından ortaya konulan miras, nikah ve boşanma kuralları ile çatışma halindeydi. Bu gelenek aslında mirasta hiç hak sahibi olmayan bir kişiye mirastan hak veriyordu. Evlenmesi helâl olan kadın ve erkeğin evlenmelerini yasaklıyor ve herşeyin ötesinde İslâm Kanunlarının ortadan kaldırmaya çalıştığı ahlâksızlıkların yayılmasına yardım ediyordu. Çünkü ne kadar meşru ve kutsal kabul ederse etsin, hiçbir zaman evlatlık kız,evlatlık edinenin kızı gibi olmaz. Geleneksel meşruiyet ile izin verilen suni akrabalık ilişkileri serbestçe gerçek akrabalık ilişkileri ile karışırsa, bu ancak kötü sonuçlar doğurur. İşte bu nedenle İslâm’da boşanma ve nikâh hukuku, miras hukuku ve zinanın yasaklanmasını gerektiren hukuk kuralı, evlatlığı gerçek öz oğul gibi kabul etme gelenek ve fikrinin tamamen silinmesini gerektirmiştir.
Fakat böyle bir fikir sadece sözle: “Evlatlık, öz oğul gibi değildir” demekle zihinlerden silinemez. Yüzyılların getirdiği önyargı ve batıl inançlar sadece sözle değiştirilemez. İnsanlar bu ilişkilerin gerçek akrabalık ilişkisi olmadığını kabul etseler bile, evlatlık oğul ile evlat edinen annenin, evlatlık ile üvey kardeşinin, baba ile evlatlık kızın ve evlat edinen kişi ile evlatlığının karısının evlenmelerine hâlâ çirkin ve uygunsuz bakabilirler.
Bunun yanısıra hâlâ ilişkiler arasında bir karışıklık olmaya devam edebilir. Bu nedenle bu geleneğin bir uygulama ile ve Peygamber’in (s.a) bizzat kendisi tarafından kaldırılması zorunluydu. Çünkü hiçbir Müslüman; Peygamber’in (s.a) bizzat ve Allah’ın emri ile yaptığı bir şeyi çirkin ve iğrenç bulamazdı. Bu nedenle, Hendek Savaşı’ndan bir müddet önce, Hz. Peygamber (s.a) Beni Kurayza kuşatması sırasında bu emri yerine getirdi. (Emir ile uygulama arasında belirli bir zaman geçmesinin sebebi, henüz Zeyneb’in iddetinin dolmaması ve Peygamber’in (s.a) o sırada savaş hazırlıklarıyla meşgul olması olabilir.)
Hz. Zeyneb’in Evliliği Üzerine Çıkan Söylentiler
Evlilik gerçekleşir gerçekleşmez, Hz. Peygamber (s.a.) aleyhine bir yığın söylentiler yayılmaya başladı. Müşrikler, Yahudiler ve münafıkların hepsi onun ardı ardına kazandığı başarıları kıskanıyorlardı. Uhud’dan sonraki iki yıl içinde, Hendek Savaşı’nda ve Kurayza meselesinde aşağılanıp yenik düşmeleri onları çok sarsmıştı. Savaş alanında onu yenme ümitlerini de yitirmişlerdi. Bu nedenle bu evlilik meselesini Allah tarafından gönderilmiş bir fırsat bildiler ve bu olayın, onun asıl güç ve kudretini oluşturan ahlakî üstünlüğüne bir son vereceğini düşündüler. Bu nedenle Hz. Peygamber’in (s.a) -Allah korusun- gelinine aşık olduğu, oğlunun da bunu öğrenince karısını boşadığı ve onun da gelini ile evlendiği şeklinde hikayeler uydurdular. Fakat bu söylenti çok saçmaydı. Hz. Zeyneb, Peygamber’in (s.a) halasının kızıydı. Ve onu çocukluğundan beri tanıyordu. Bu nedenle onu bir kez görüp aşık olması sözkonusu olamaz. Bunun yanısıra onun Zeyd’le evlenmesine, Zeyneb’in ailesinin karşı çıkmasına rağmen bizzat kendisi önayak olmuştu. Ailesi Kureyşin soylu bir ailesine mensup olan kızlarını, azat edilmiş bir köleye vermek istememişlerdi. Hz. Zeyneb de bu evlilik teklifinden hoşnut olmamıştı. Fakat herkes kendisini Hz. Peygamber’in (s.a.) emrine uymak zorunda hissediyordu. Evlilik gerçekleştirildi ve bununla Arabistan’da İslâm’ın azatlı bir köleyi Kureyşli bir soylunun statüsüne çıkardığını gösteren bir örnek ortaya konmuş oldu. Eğer Hz. Peygamber (s.a) , Hz. Zeyneb’i (r.a) istemiş olsaydı, onu Zeyd’le (r.a) evlendirmez, kendisi onu nikahlayabilirdi. Fakat bütün bunları öyle abartıp yaydılar ki, bazı Müslümanlar bile bu uydurma haberlere inanmaya başladılar.
Tesettürle İlgili İlk Emirler
İslâm düşmanları tarafından uydurulan dedikodu ve söylentilerin, Müslümanlar arasında da sohbet konusu teşkil etmesi, toplumdaki şehvet unsurunun her tür sınırı aştığını gösteren apaçık bir işarettir. Eğer bu illet bulunmasaydı, insanlar, Hz. Peygamber (s.a) gibi temiz ve ahlâklı bir kişiyle ilgili böyle saçma ve iğrenç hikayelere önem atfetmezlerdi. Bu olay, İslâm toplumunda Hicap veya tesettürle ilgili düzenleyici emirlerin verildiği zamanı belirlemektedir. Bu sosyal düzenlemelere ilk önce bu surede bir giriş yapılmış, bir yıl sonra Hz. Aişe’ye (r.a) iftira atılması olayı üzerine nazil olan Nur Suresi’nde bu emirler tamamlanmıştır. (Daha fazla izah için bkz. Nur, Giriş bölümü)
Hz. Peygamber’in (s.a) Aile Hayatı ile İlgili Meseleler
Bu dönemde çözümlenmesi gereken iki sorun daha vardı. Gerçi bunlar Peygamber’in (s.a) sadece kendi aile hayatını ilgilendiren sorunlardı, fakat Allah’ın Dinini yüceltmek uğrunda çaba sarfeden ve gece gündüz bu büyük görevle meşgul olan bu büyük şahsın zihinsel ve ailevî huzuru için bu sorunların çözümlenmesi şarttı.
Birinci sorun, Peygamber’in (s.a) , o sıralarda ekonomik sıkıntılar içinde olmasıydı. İlk dört yıl boyunca Hz. Peygamber’in (s.a) hiçbir gelir kaynağı yoktu. H.4. yılda Beni Nadir kabilesinin sürgün edilmesinden sonra, onların topraklarından bir kısmı, Allah’ın emri ile Hz. Peygamber’in (s.a) kullanımına ayrıldı, fakat bu da onun ailevî gereksinimleri için yeterli değildi. Diğer taraftan peygamberlik görevi o kadar ağırdı ki, bedeninin, zihninin ve kalbinin tüm enerjisi ile zamanının tümünü harcamasını gerektiriyordu. Hayatını kazanacak zaman ve enerjisi kalmıyordu. Ekonomik zorluklar nedeniyle eşlerinin kendisini huzursuz ettikleri böyle durumlarda Hz. Peygamber (s.a) kuşkusuz kendisini iki yönden sıkışmış hissediyordu.
Diğer sorun ise şuydu: Hz. Peygamber (s.a) Zeyneb’le (r.a) evlenmeden önce dört hanımı daha vardı; Hz. Sevde, Hz. Aişe, Hz. Hafsa, Hz. Ümmü Seleme, Hz. Zeyneb beşinci hanımı oluyordu. Bunun üzerine İslâm düşmanları, başkalarının aynı anda dörtten fazla kadınla evli olamazken Peygamber’in (s.a.) nasıl olup da beşinci bir kadınla evlendiği şeklinde karşı çıkmaya, Müslümanlardan bazıları da şüphe duymaya başladılar.
Anafikir ve konular
Bunlar Ahzab Suresi nazil olduğu dönemde Hz. Peygamber’i (s.a.) ve Müslümanları meşgul eden sorunlardı ve bu sorunlara verilen cevaplar surenin ana fikrini teşkil etmektedir.
Anafikir ve arka-plan dikkatle okunduğunda surenin bir konuyu ele alan bir tek bölümden oluşmadığı, bilakis, dönemin önemli olaylarıyla bağlantılı olarak birbiri arkasına indirilen emir ve konulardan oluştuğu ve daha sonra bu konuların surede bir araya getirildiği anlaşılır. Birbirini takip eden bölümlerin her biri diğerinden farklıdır:
1) 1-8 ayetler Hendek Savaşı’ndan önce indirilmiş olmalıdır. Bu ayetler, arka-plan da gözönünde bulundurularak okunduğunda, bunlar nazil olmadan önce Hz. Zeyd’in (r.a.) Zeyneb’i boşamış olduğu anlaşılır. Hz. Peygamber (s.a.) evlatlık ile ilgili cahiliye inanç, gelenek ve önyargılarının ortadan kaldırılması gerektiğini hissediyordu ve kendisi bizzat bir önlem almazsa, insanların evlatlık ilişkileri ile ilgili sadece duygusal temellere dayanan hassas ve ince hislerinin ortadan kaldırılamayacağını da hissediyordu. Fakat aynı zamanda, Hz. Zeyd’in boşadığı karısı ile evlendiğinde, İslâm’a karşı bir propaganda fırsatı arayan münafıklar, müşrikler ve Yahudilerin fitne çıkaracağından endişe duyarak bu konuda tereddüt ediyordu. 1-8 ayetlerin müzul sebebi işte bu olaydı.
2) 9-27. ayetlerde Hendek Savaşı ve Beni Kurayza Gazvesi ile ilgili bir değerlendirme yer almaktadır. Bu da, bu ayetlerin bu olaylardan sonra nazil olduğunu göstermektedir.
3) 28-35. ayetlerde ele alınan konu iki bölümden oluşmaktadır. İlk bölümde Allah, zor koşullardan sabırsızlığa düşen Peygamber’in (s.a.) hanımlarına dikkat çekerek şöyle demektedir. “Bu dünya hayatı ve nimetleri ile, Allah ve Rasûlü ve ahiret arasında seçiminizi yapın. Eğer birincisini seçerseniz, açıkça söyleyin; bir gün bile zorluk içinde bırakılmayacaksınız, güzellikle salıverileceksiniz.
Eğer ikincisini seçerseniz, Allah ve Rasûlü ile birlikte olmalı ve sabırla göğüs germelisiniz. İkinci bölümde, kafaları İslâmi görüş açısı ile şekillenen kişilerin zorunluluğunu hissetmeye başladıkları sosyal reformlarla ilgili ilk adımlar atılmaktadır. Bu hususta reform Peygamber’in (s.a.) kendi evinden başlamış ve onun hanımlarına islam öncesi zamanlardaki gibi davranıp hareket etmekten sakınmaları, vakarla evlerinde oturmaları ve diğer erkeklerle konuşurken dikkatli olmaları emredilmiştir.
4) 36-48. ayetler Hz. Peygamber’in (s.a.) Hz. Zeyneb’le (r.a.) evlenişi ile ilgilidir. Bu bölümde İslâm düşmanlarının bu evliliğe itirazlarına cevap verilmekte, Müslümanların zihninde beliren şüpheler ortadan kaldırılmakta, Müslümanlara Hz. Peygamber’in (s.a.) kanun ve statüsünün ne olduğu öğretilmekte ve Hz. Peygamber’e de (s.a.) kâfir ve münafıkların yaptığı karşı propagandaya sabretmesi söylenerek teselli verilmektedir.
5) 49. ayetle, boşanma (talak) hukukunun bir hükmü ortaya konulmaktadır. Bu ayet, büyük bir ihtimalle aynı olaylarla ilgili bir mesele üzerine indirilmiş tek bir ayettir.
6) 50-52. ayetler de, Peygamber’in (s.a.) evlilikle ilgili Müslümanlara uygulanan sınırlamalardan müstesna olduğunu işaret eden ve sadece Peygamber’in (s.a.) evliliğini kapsayan özel bir hüküm yer almaktadır.
7) 53-55. ayetlerde sosyal reformla ilgili ikinci adım atılmaktadır. Bu adım şu emirlerden oluşur; diğer erkeklerin, Hz. Peygamber’in (s.a.) hanımlarının evlerini ziyaretinin sınırlanması; ziyaret ve davetlerde İslâmî adabı muaşeret kurallarının konulması, Peygamber’in (s.a.) hanımlarını evlerinde sadece yakın akrabalarının ziyaret edebilmesi; diğer erkeklerle perde arkasından konuşmaları, Peygamber’in (s.a) ölümünden sonra onlarla kimsenin evlenememesi.
8. 56-57. ayetlerde Hz. Peygamber’in (s.a) evliliği ve aile hayatı konusundaki eleştirilerin kesilmesi ile ilgili bir uyarı yer almakta ve Müslümanlara, İslâm düşmanları gibi sürekli kusur aramayı bırakıp Peygamberleri için Allah’tan rahmet ve salat dilemeleri emredilmektedir. Ayrıca onlara, değil Peygamber’in şahsiyeti ile ilgili, birbirleri arasında bile asılsız ve yanlış suçlamalardan kaçınmaları emredilmektedir.
9) 59. ayette sosyal reform ile ilgili üçüncü adım atılmaktadır. Bütün Müslüman kadınlara, evlerinden zaruri bir ihtiyaç için çıktıklarında dış kıyafetlerini örtmeleri ve yüzlerini de örtmeleri emredilmektedir.
Bundan sonra surenin sonuna dek, münafıklar ve diğer anlayışsız kimseler, o dönemde İslâm’a ve Müslümanlara karşı yaptıkları kötü propaganda nedeniyle azarlanmaktadırlar. (Tefhimü’l-Kur’an, Mevdudi)