Notice: Undefined offset: 1 in /home/alakusak/public_html/wp-content/plugins/visitors-online/visitors-online.php on line 505

Notice: Undefined offset: 2 in /home/alakusak/public_html/wp-content/plugins/visitors-online/visitors-online.php on line 505
42. Şura Suresi – Kelgin & Alakuşak

42. Şura Suresi

42. Şura Suresi

 

Rahmân ve Rahîm (olan) Allah’ın adıyla…

1. Hâ. Mîm. (bkz. 2/1)
2. Ayn. Sîn. Kaf.
3.Azîz ve hakîm olan Allah, sana ve senden öncekilere işte böyle vahyeder.

Cenab-ı Hak Kur’an-ı Kerim’de açıkladığı hususların özünü daha önceki kitaplarda da bildirmiştir. Özellikle Ha, Mim ve Ayn, Sin, Kaf gibi kesik harfler rumuz ve sır olarak bütün peygamberlere vahyedilmiştir.

4. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nundur. O yücedir, uludur.
5. Neredeyse gökler üstlerinden çatlayacak! Melekler Rablerini hamd ile tesbih ediyorlar ve yerdekiler için mağfiret diliyorlar. İyi bilin ki Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir.

“Göklerin üstlerinden çatlaması”, Allah’ın azametinden ve şanının yüceliğinden dolayıdır.

6. Allah’tan başka dostlar edinenleri Allah daima gözetlemektedir. Sen onlara vekil değilsin.

Ayette Hz. Peygamber’in vazifesinin sadece tebliğ olduğu ifade edilmiştir.

7. Şehirlerin anası (olan Mekke’de) ve onun çevresinde bulunanları uyarman ve asla şüphe olmayan toplanma günüyle onları korkutman için, sana böyle Arapça bir Kur’an vahyettik. (İnsanların) bir bölümü cennette, bir bölümü de çılgın alevli cehennemdedir.

Kur’an Mekke halkına ve yeryüzündeki bütün insanlara indirilmiştir. Mekke, içinde Kabe ve Makam-ı İbrahim bulunduğu için, şanı büyük bir şehirdir. Ayette kıyametin korkunç durumu ve insanların cennetlikler ve cehennemlikler olarak ikiye ayrılacakları açıklanmıştır.

8. Allah dileseydi onları bir tek millet yapardı. Fakat O, dilediğini rahmetine kavuşturur; zalimlerin ise hiçbir dostu ve yardımcısı yoktur.

Ayrı dinlerdeki bütün insanlar İslam dinine girebilirlerdi. Ama hidayet ve dalalet ilahi iradeye bağlıdır. Bununla birlikte inkarla kendilerine zulmedenler azaptan hiçbir şekilde kurtulamayacaklardır.

9. Yoksa onlar Allah’tan başka dostlar mı edindiler? Halbuki dost yalnız Allah’tır. O ölüleri diriltir, her şeye kadirdir.
10. Ayrılığa düştüğünüz herhangi bir şeyde hüküm vermek, Allah’a mahsustur. İşte, bu Allah, benim Rabbimdir. O’na dayandım ve O’na yönelirim.
11. O, gökleri ve yeri yoktan yaratandır. Size kendinizden eşler, hayvanlardan da (kendilerine) eşler yaratmıştır. Bu suretle çoğalmanızı sağlamıştır. O’nun benzeri hiçbir şey yoktur. O işitendir, görendir.
12. Göklerin ve yerin anahtarları O’nundur. Dilediğine rızkı bol verir, dilediğinden de kısar. O, her şeyi bilendir.
13. “Dini ayakta tutun ve onda ayrılığa düşmeyin” diye Nuh’a tavsiye ettiğini, sana vahyettiğimizi, İbrahim’e, Musa’ya ve İsa’ya tavsiye ettiğimizi Allah size de din kıldı. Fakat kendilerini çağırdığın bu (din), Allah’a ortak koşanlara ağır geldi. Allah dilediğini kendisine (peygamber) seçer ve kendisine yöneleni de doğru yola iletir.
14. Onlar kendilerine ilim geldikten sonra, sadece aralarındaki çekememezlik yüzünden ayrılığa düştüler. Eğer belli bir süreye kadar Rabbinden bir (erteleme) sözü geçmiş olmasaydı, aralarında hemen hüküm verilirdi. Onlardan sonra kitaba vâris kılınanlar da onun hakkında derin bir şüphe içindedirler.

Ayrılığa düşenlere gelen ilim tabiri, azap haberinin bildirilmesi, Hz. Peygamber’in gönderileceği haberi, peygamberlerin ve kitapların bildirdikleri hususlar şeklinde özetlenebilir. Bu bilgiye rağmen ihtilafa düşülmüş, inanan ve inanmayanlar çıkmıştır. İnanmayanlara ceza olarak hemen azap verilmemesi ve kıyamet gününe ertelenmesi, Allah’ın bu konuda verdiği bir sözden dolayıdır.

15. İşte onun için sen (tevhide) dâvet et ve emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Onların heveslerine uyma ve de ki: Ben Allah’ın indirdiği Kitab’a inandım ve aranızda adaleti gerçekleştirmekle emrolundum. Allah bizim de Rabbimiz, sizin de Rabbinizdir. Bizim işlediklerimiz bize, sizin işledikleriniz de sizedir. Aramızda tartışılabilecek bir konu yoktur. Allah hepimizi bir araya toplar, dönüş de O’nadır. (Âyette Hz. Peygamber in insanları davet edeceği prensipler açıklanırken, uyacağı esaslar da beyan edilmiştir. Buna göre davete devam edilecek, inanma yanların teklifve ısrarları dinlenmeyecektir.)

Ayette Hz. Peygamber’in insanları davet edeceği prensipler açıklanırken, uyacağı esaslar da beyan edilmiştir. Buna göre davete devam edilecek, inanmayanların teklif ve ısrarları dinlenmeyecektir.

16. Daveti kabul edildikten sonra, Allah hakkında tartışmaya girenlerin delilleri, Rableri katında boştur. Onlar için bir gazap, yine onlar için çetin bir azap vardır.

Ayette, açıkca gösterilen mucizelere veya kitaplara inandıktan sonra tartışmaya giren yahudilerin durumuna işaret edilerek, delillerinin geçersiz olduğu beyan edilmiştir.

17. Kitab’ı ve mizanı hak olarak indiren Allah’tır. Ne biliyorsun, belki de kıyamet saati yakındır!
18. Ona inanmayanlar, onun çabuk kopmasını isterler. İnananlar ise ondan korkarlar ve onun gerçek olduğunu bilirler. İyi bilin ki, kıyamet günü hakkında tartışanlar derin bir sapıklık içindedirler.
19. Allah kullarına lütufkârdır, dilediğini rızıklandırır. O kuvvetlidir, güçlüdür.

Burada Allah’ın, kullarının iyisine de kötüsüne de lütufta bulunduğu anlaşılmaktadır. O, kötüleri bile suçları sebebiyle aç bırakmamıştır.

20. Kim ahiret kazancını istiyorsa, onun kazancını arttırırız. Kim de dünya kârını istiyorsa ona da dünyadan bir şeyler veririz. Fakat onun ahirette bir nasibi olmaz.

Ayette ahiret kazancı, iyi niyet ve davranışlar karşılığında alınan sevaplar olarak belirtilmiştir. Allah, sevabı ekine benzetmiştir. Çünkü sevap, salih amelle kazanılan bir faydadır. Bu yüzden “Dünya, ahiretin tarlasıdır” denilmiştir. Kazancın arttırılmasına gelince bu, sevabın bire karşı ona, yedi yüze ve daha fazlasına çıkarılması ve bu artışın dünya işlerine de yansıması demektir.

21. Yoksa onların, Allah’ın izin vermediği bir dini getiren ortakları mı var? Eğer erteleme sözü olmasaydı, derhal aralarında hüküm verilirdi. Şüphesiz zalimlere can yakıcı bir azap vardır.

Ayette, kafirlere Allah’a ortak koşmak, dirilmeyi inkar etmek ve dünyaya tapmak gibi sakat düşünceleri telkin eden şeytanlara ve Allah’tan başka din koyanlara uymalarının sebebi sorulmakta ve bu ortaklara uymanın sonuçlarına dikkat çekilmektedir.

22. Yaptıkları şeyler başlarına gelirken zalimlerin, korkudan titrediklerini göreceksin. İman edip iyi işler yapanlar da cennet bahçelerindedirler. Rablerinin yanında onlara diledikleri her şey vardır. İşte büyük lütuf budur.
23. İşte Allah’ın, iman eden ve iyi işler yapan kullarına müjdelediği nimet budur. Deki: Ben buna karşılık sizden akrabalık sevgisinden başka bir ücret istemiyorum. Kim bir iyilik işlerse onun sevabını fazlasıyla veririz. Şüphesiz Allah bağışlayan, şükrün karşılığını verendir.

Ayette geçen akrabalık sevgisi “Sizden akrabamı sevmenizi istiyorum” veya “Akrabanız olarak beni sevip desteklemenizi istiyorum” şeklinde açıklanmıştır.

24. Yoksa onlar, (senin için) Allah’a karşı yalan uydurdu mu derler? Allah dilerse senin kalbini de mühürler. Ve Allah bâtılı yok eder; sözleriyle hakkı ortaya koyar. Şüphesiz O, kalplerde olanları bilendir.

Hz. Peygamber’in Kur’an-ı Kerim’i Cenab-ı Hakk’a nisbet etmesine inanmayanlar Peygamberimizi Allah karşısında iftiracı duruma düşürmeye cür’et etmişlerdi. Ama Allah, Resulünün yalan uydurmaktan uzak olduğunu, bilfarz böyle birşeye cür’et etse, onun kalbinin mühürleneceğini beyan etmektedir.

25. O, kullarının tevbesini kabul eden, kötülükleri bağışlayan ve yaptıklarınızı bilendir.

Günahlara tevbe etmek gerekir. Kul hakkının dışında Allah’a karşı işlenmiş günahın tevbesi üç şarta bağlıdır: 1- Günahtan tamamen vazgeçmek. 2- Yaptığına pişman olmak. 3- Bir daha ona dönmemek. Eğer kişi, kul hakkıyla ilgili bir kötülük işlemişse, hak sahibinin hakkını ödemek, onun rızasını almak tevbenin kabul şartlarındandır.

26. Allah, iman edip iyi işler yapanların tevbesini kabul eder, lütfundan onlara, fazlasını verir. Kâfirlere gelince, onlara da çetin bir azap vardır.
27. Allah kullarına rızkı bol bol verseydi, yeryüzünde azarlardı. Fakat O, (rızkı) dilediği ölçüde indirir. Çünkü O, kullarının haberini alandır, onları görendir.
28. O, (insanlar) umutlarını kestikten sonra, yağmuru indiren, rahmetini her tarafa yayandır. O, hakiki dosttur, övülmeye lâyık olandır.
29. Gökleri, yeri ve bunların içine yayıp ürettiği canlıları yaratması da O’nun delillerindendir. O dilediği zaman bunları biraraya toplamaya da kadirdir.
30. Başınıza gelen herhangi bir musibet, kendi ellerinizle işledikleriniz yüzündendir. (Bununla beraber) Allah çoğunu affeder.

Ayette hitap edilenler, günahkar müminlerdir. Günahı olmayan müminlerin başına gelen musibetlerin sebebleri başkadır. Mesela onların sabretmeleri ecirlerini arttıracak sebeblerden biri olarak sayılabilir.

31. Yeryüzünde (O’nu) âciz bırakamazsınız. Allah’tan başka bir dostunuz ve bir yardımcınız da yoktur.
32. Denizde dağlar gibi akıp gidenler (gemiler) de O’nun (varlığının) delillerindendir.
33. Dilerse O, rüzgârı durdurur,da onun (denizin) üstünde kalakalırlar. Elbette bunda çok sabreden, çok şükreden herkes için ibretler vardır.
34. Yahut yaptıkları yüzünden onları helâk eder. Birçoğunu da affeder (kurtarır).
35. Böylece âyetlerimiz üzerinde tartışanlar, kendilerine kaçacak bir yer olmadığını bilsinler.
36. Size verilen şey, yalnızca dünya hayatının geçimliğidir. Allah’ın yanında bulunanlar ise daha iyi ve daha süreklidir. Bu mükâfat iman edenler ve Rablerine dayanıp güvenenler içindir.

Dünyada insanlara verilen maddi imkan ve bolluk sadece bir geçim vasıtasıdır. Allah’ın yanındaki sevap ise kalıcı ve daha faydalıdır. Ayet-i kerime, Hz. Ebu Bekir bütün malını Allah yoluna harcadığı zaman, bir topluluğun onu kınaması üzerine nazil olmuştur. Oysa bu davranışıyla Hz. Ebu Bekir, Allah’a dayanıp güvenmenin en güzel örneğini vermiştir.

37. Onlar, büyük günahlardan ve hayasızlıktan kaçınırlar; kızdıkları zaman da kusurları bağışlarlar.
38. Yine onlar, Rablerinin davetine icabet ederler ve namazı kılarlar. Onların işleri, aralarında danışma iledir. Kendilerine verdiğimiz rızıktan da harcarlar.

Bu ayet, İslami idare şeklinin, müslümanların kendi aralarından seçecekleri şuranın kararlarına dayandığına delil olarak gösterilmiştir.

39. Bir haksızlığa uğradıkları zaman, yardımlaşırlar.
40. Bir kötülüğün cezası, ona denk bir kötülüktür. Kim bağışlar ve barışı sağlarsa, onun mükâfatı Allah’a aittir. Doğrusu O, zalimleri sevmez.
41. Kim zulme uğradıktan sonra hakkını alırsa, artık onlara yapılacak bir şey yoktur.
42. Ancak insanlara zulmedenlere ve yeryüzünde haksız yere taşkınlık edenlere ceza vardır. İşte acıklı azap bunlaradır.
43. Kim sabreder ve affederse şüphesiz bu hareketi, yapılmaya değer işlerdendir.

Kötülük karşısında sabreden ve onu bağışlayan kimse, mert ve azimli insanların yaptığı işi yapmıştır. Dinin istediği de budur.

44. Allah kimi saptırırsa, bundan sonra artık onun hiçbir dostu yoktur. Azabı gördüklerinde zalimlerin: Dönecek bir yol var mı? dediklerini görürsün.
45. Ateşe arz olunurlarken onların, zilletten başlarını öne eğerek göz ucuyla gizli gizli baktıklarını göreceksin. İnananlar da: İşte asıl ziyana uğrayanlar, kıyamet günü kendilerini ve ailelerini ziyana sokanlardır, diyecekler. Kesinlikle biliniz ki, zalimler, sürekli bir azap içindedirler.

Kıyamette ziyana uğrama, cehennemde ebedi kalma ve cennette hazırlanan nimetlerden mahrum bırakılma şeklinde açıklanmıştır.

46. Onların Allah’tan başka kendilerine yardım edecek hiçbir dostları yoktur. Allah kimi saptırırsa artık onun kurtuluşa çıkan bir yolu yoktur.
47. Allah’tan, geri çevrilmesi imkânsız bir gün gelmezden önce, Rabbinize uyun. Çünkü o gün, hiçbiriniz sığınacak yer bulamazsınız, itiraz da edemezsiniz.
48. Eğer yüz çevirirlerse, bilesin ki biz seni onların üzerine bekçi göndermedik. Sana düşen sadece duyurmaktır. Biz insana katımızdan bir rahmet tattırdığımız zaman ona sevinir. Ama elleriyle yaptıkları yüzünden başlarına bir kötülük gelirse, işte o zaman insan pek nankördür!

Ayette, inkar edenlerin durumuna Hz. Peygamber’in üzülmememi istenmiş, ayrıca insanların zenginlik ve sıhhat gibi nimetler karşısındaki tutumları ile işledikleri günahlardan dolayı uğradıkları sıkıntılar karşısındaki olumsuz tavırlarına dikkat çekilmiştir.

49. Göklerin ve yerin mülkü Allah’ındır. Dilediğini yaratır; dilediğine kız çocukları, dilediğine de erkek çocukları bahşeder.
50. Yahut onları, hem erkek hem de kız çocukları olmak üzere çift verir. Dilediğini de kısır kılar. O, her şeyi bilendir, her şeye gücü yetendir.
51. Allah bir insanla ancak vahiy yoluyla veya perde arkasından konuşur, yahut bir elçi gönderip izniyle ona dilediğini vahyeder. O yücedir, hakîmdir.

Vahyin geliş şekillerinin belirtildiği bu ayete göre vahiy, kalbe ilham ve Cenab-ı Hakk’ı görmeksizin perde arkasından konuşma ya da vahiy meleği (Cebrail) aracılığıyla kelam işitmek suretiyle de gerçekleşmektedir.

52. İşte böylece sana da emrimizle Kur’an’ı vahyettik. Sen, kitap nedir, iman nedir bilmezdin. Fakat biz onu kullarımızdan dilediğimizi kendisiyle doğru yola eriştirdiğimiz bir nur kıldık. Şüphesiz ki sen doğru bir yolu göstermektesin.

Kur’an diye tercüme edilen “ruh” kelimesinin ayrıca Cebrail’de ifade ettiği belirtilmiştir. Bu ayette risalet ve kitabın önemi belirtilmiş, Hz. Peygamberin kendisine gelen vahiyle, doğru yol rehberi olduğu açıklanmıştır.

53. (O yol) göklerin ve yerin sahibi olan Allah’ın yoludur. Dikkat edin, bütün işler sonunda Allah’a döner.

Müminlere müjdenin, günahkarlara da tehdidin bulunduğu bu ayette, artık karşılıklı sebep ve ilişkilerin ortadan kalktığı, her şeyin Allah’a döndüğü gün hatırlatılmıştır.

 


 

 

BU SUREYLE İLGİLİ ÖNEMLİ BİLGİLER

Adı: Adını 38. âyette geçen ve müslümanların, işlerini aralarında danışma ile yapmalarının gereğini bildiren “Şurâ” kelimesinden almıştır.

Nüzul Zamanı: Nüzul zamanıyla ilgili kesin kayıt bulunmamasına rağmen bu sure muhtemelen “Fussilet Suresi”nden hemen sonra nazil olmuştur. Çünkü bu surenin muhtevası, “Fussilet Suresi”nin adeta bir devamı niteliğindedir. Fussilet Suresi’ni dikkatle mutalâa eden bir okuyucu; Mekke ve civarındaki her hassas insanın açıkça müşahede edebilmesi için, Kureyş’in ileri gelenlerinin ne kadar haksızca muhalefet yaptıklarını, buna mukabil Hz. Peygamber’in (s.a) davasının ne kadar ciddi ve mantıklı, kendisinin ne kadar şerefli bir insan olduğunun anlatıldığını görecektir. Bu hususun tam akabinde, İslâm davası öylesine net bir şekilde ortaya konmuştur ki, hakikate saygı gösteren bir kimsenin, artık Kur’an’ı reddetmesi mümkün değildir. Ancak dalâlet içinde olanlar müstesna. Çünkü onlar kör ve sağırlar gibidirler ve girdikleri cehalet bataklığından da çıkamazlar.

Konu: Surenin girişinde şöyle denilmiştir: “Sizler, elçimizin getirdiği mesaj hakkında niçin dedikodu yapıyorsunuz? Rasulullah’ın (s.a) bu daveti yeni bir şey olmadığı gibi, bu davet tarihte ilk defa gönderiliyor da değildir. Nitekim Allah, daha önce de seçtiği kullarına vahyini indirmiş ve insanlara hidayet göndermiştir. O halde kainatın yaratıcı ve hakimi olan Allah’ın biricik ma’bud oluşunda ne gibi bir acaiplik bulunmaktadır?
Asıl acaip olan, Allah’ın yarattığı nimetlerden yararlanmanıza rağmen, başkalarını ma’bud ittihaz etmeniz ve sizleri tevhide davet eden birine kızmanızdır. Oysa sizleri ve kainatı yaratan Allah’a ortak koşmanız, çok büyük bir cürümdür. Bu yüzden, göğün üzerinizde çatlaması, hiç de acaip olmaz. Sözkonusu küstahlığınıza melekler dahi hayret etmekte ve her an azabın üzerinize gelebileceğinden çekinmektedir.
Bundan sonra bir şahsın nebi veya rasul olarak gönderilmesinin, onun, insanların kaderini elinde tuttuğu ve onların nasiplerini değiştirebileceği anlamına gelmeyeceği anlatılmaktadır. Zaten hiçbir peygamber, böyle bir iddiada da bulunmamıştır. İnsanların kader ve kısmetleri ancak Allah’ın elindedir. Peygamberlerin vazifesi ise, sadece gaflet içinde olanları uyarmak ve onlara doğru yolu göstermektir. Peygamberi inkar ederek, ondan yüz çevirenlerden hesap sorulacak ve muhakkak surette azaba çarptırılacaklardır. Ancak, bunu Allah yapacaktır. Dolayısıyla, kendilerine tabi olmadığınızda ya da karşı geldiğinizde, sizleri helâk etmek ve kahretmekle tehdit eden dinî önderlerinizin iddia ettiği gibi, peygamberlerin de aynı iddiayla ortaya çıktığı düşüncesini zihninizden çıkarın. Bu yanlışın tashihi yanısıra, şu hususa da değinilmiştir: “Peygamber (s.a) sizlerin iyiliğinizi ister, kötülüğünüzü değil. Bu yüzden o, takip ettiğiniz yolun felakete götürdüğünü söyleyerek sizleri doğru yola davet etmektedir.”
Daha sona Allah Teâlâ; “Niçin her insanı doğuştan hak yola koymadığı ve insanların inhiraf ederek sapıklığa düşmelerine izin verdiği” gibi meseleleri açıklamıştır. İnsanlara böyle bir serbestî tanımasının nedeni olarak da, onların kendi iradeleriyle Allah’ı tanımalarının ve böylece O’nun sonsuz nimetlerine kavuşmalarının istendiği bildirilmiştir. Bu özellik ise diğer mahlukata verilmemiştir. Bazı insanlar, kendi şuur ve iradeleriyle Allah’ı veli edinirler. İşte bu insanlara, Allah yardım eder, onlara doğru yolu gösterir, salih ameller nasip eder ve onları kendi rahmeti altına alır. Allah’dan başka veli edinen kimseler ise, Allah’ın rahmetinden mahrum kalırlar. Burada ayrıca gerçek velînin Allah olduğundan ve başka hiç kimsenin velâyet hakkına sahip bulunmadığından bahsedilmiştir. Bir kimsenin başarısı, gerçek velisini tesbit edebilmesine, yani yalnız Allah’ı veli edinebilmesine bağlıdır.
Daha sonra Rasulullah’ın öne sürdüğü iddianın keyfiyeti açıklanmıştır.
Öncelikle bilinmelidir ki, Allah, kâinatın ve insanların yaratıcısıdır. Dolayısıyla kainatın asıl sahibi, velisi ve hükümdarı da O’dur. İnsanlar için kurallar koymaya, onlara din ve şeriat vermeye, insanların aralarındaki ihtilaflarda, hakkın ve haksızlığın ne olduğunu bildirmeye de sadece O’nun yetkisi vardır.
O’nun dışında hiçbir kimsenin bu konularda söz söylemeye hakkı yoktur. Başka bir ifadeyle, gerçek hükümdar ve kanun koyucu Allah’tır. Dolayısıyla bir kimsenin bu konularda söz söyleme hakkı yoktur. Başka bir ifadeyle, gerçek hükümdar ve kanun koyucu Allah’tır. Dolayısıyla bir kimse, Allah’tan başkalarının koyduğu kurallara uyduğu takdirde, Allah’ı tek hakim kabul etse dahi, bu bir anlam ifade etmez. Çünkü Allah, insanlara başlangıçtan itibaren bir “din” vermiş, onlara gidecekleri yolu göstermiştir.

Tüm peygamberler, kavimlerine aynı dini getirmiş ve ayrı dinlerden bahsetmemişlerdir. Allah’ın tayin ettiği bu peygamberler, başından beri, nesilden nesile aynı dini takip etmişler ve diğer insanları da aynı dine davet etmişlerdir.
Bu din, sadece kabul etmekle yetinin diye değil, onu yeryüzünde hakim kılın, uygulayın ve arzdaki sapık dinleri ortadan kaldırarak, gerçek dini ikâme edin diye gönderilmiştir. Yine peygamberler bu dini sadece tebliğ etmek için değil, aynı zamanda diğer sapık dinlerin kökünü kazıyarak İslâm’ı hakim kılmaları için görevlendirilmişlerdir.
Aslında insanlar için gönderilen din aynıdır. Ancak peygamberlerden sonra bazı çıkarcı insanlar, sırf kendi menfaatleri için gerçek dini tahrif etmişler, ihtilaf çıkarmışlar ve böylelikle sayısız din ve mezhep icad etmişlerdir. Bütün bunların hepsi, gerçek dinin tahrif olmuş şekilleridir.
İşte Hz. Muhammed (s.a) tahrif edilmiş bu dinlerin yerine, gerçek dini tebliğ etmek ve onu hakim kılmaya çalışmak için gönderilmiştir. Sizler, bu yüzden Allah’a hamd edeceğinize, aksine akılsızlığınızdan dolayı Hz. Peygamber’e (s.a) karşı çıkıyorsunuz. Bu saçma muhalefetinizden ötürü, Hz. Peygamber (s.a) asla davetten vazgeçmeyecektir. Çünkü o, bu davayı sonuna kadar sürdürmekle görevlendirilmiştir. Ondan hiçbir surette taviz beklemeyin, zira o, bu halis dine, sizin adet ve hurafelerinizi sokmayacaktır. Zaten onun görevi, dini bu hurafelerden arındırmaktır.
Sizler, Allah’tan başkasının koyduğu kuralları getirerek, Allah’ın dinine ne kadar büyük düşmanlık yaptığınızı idrak bile edemiyorsunuz. Bunun yanısıra dünyada yaptıklarınızı önemsemiyorsunuz, ama unutmayın ki bu, Allah’ın indinde şirktir, büyük bir suçtur ve cezası da çok ağırdır. Allah’a karşı gelerek kendiliğinden bir “din” ortaya koyanların ve bu dine uyanların hepsi de aynı cezaya çarptırılacaktır.
Dinin gerçek sınırları çizildikten sonra, “Rasulullah (s.a) sizleri yola getirebilmek için, en güzel üslupla tebliğ ve tavsiyede bulunmuştur.” denilmektedir. Bir yanda Allah’ın kitabı, hakikati sizlere kendi dilinizde açıklarken, diğer yanda Hz. Peygamber’in (s.a) ve arkadaşlarının tertemiz hayatları, bu kitabın nasıl insan yetiştirdiğine birer örnek teşkil etmektedir. Fakat buna rağmen hidayeti kabul etmezseniz şayet, artık hiçbir şey sizleri doğru yola getiremez. Böylece sizler, asırlar boyu cehaletinizde ısrar etme sonucunda Allah’ın dalâlette kalanlar için takdir ettiği azaba çarptırılacaksınız.
Bu hakikatler beyan edilirken, yer yer de tevhid ve ahiret hakkında deliller öne sürülmekte ve ayrıca dünyada tamah etmenin kötü sonuçları ile ahiretteki karşılığı hakkında uyarılarda bulunulmaktadır. Ayrıca kafirlerin kendilerinin İslâm’ı kabul etmelerine engel olan ahlâkî zaafları eleştiri konusu yapılmaktadır.

Özetlemek gerekirse, bu surede, iki hususa değinilmiştir.
1) Hz. Muhammed (s.a) daha önce 40 yıl süren hayatı boyunca “Kitap” hakkında hiç bilgiye sahip değildi ve imana taalluk eden meselelerden habersizdi. Şimdiyse birdenbire bu iki konudan (kitap ve iman) bahsetmektedir ki bu da onun, bir peygamber olduğunun apaçık kanıtıdır.
2) Hz. Peygamber’in (s.a) Kur’an’ın Allah’ın kelamı olduğu şeklindeki iddiası, onun, Allah’ı bizzat gördüğü anlamına gelmez. Allah, daha önceki peygamberlere vahyettiği gibi, şu üç yolla mesajını göndermiştir. Birincisi, vahiy yoluyla, ikincisi, perde arkasından, üçüncüsü, melek aracılığıyla. Bu husus, kafirlerin Hz. Peygamber’e (s.a) “Allah ile bizzat konuşuyor” şeklinde itiraz etmelerini önlemek ve hakkı arayanların da Hz. Peygamber’in (s.a) hidayeti hangi vasıtayla aldığını anlamalarını sağlamak için izah edilmiştir. (Tefhimü’l-Kur’an, Mevdudi)

This entry was posted in Ayetler.
error: Emeğe Saygılı Ol.