Notice: Undefined offset: 1 in /home/alakusak/public_html/wp-content/plugins/visitors-online/visitors-online.php on line 505

Notice: Undefined offset: 2 in /home/alakusak/public_html/wp-content/plugins/visitors-online/visitors-online.php on line 505
4. Nisa Suresi – Kelgin & Alakuşak

4. Nisa Suresi

4. Nisa Suresi

 

Rahmân ve Rahîm (olan) Allah’ın adıyla…

1. Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan ve ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üretip yayan Rabbinizden sakının. Adını kullanarak birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah’tan ve akrabalık haklarına riayetsizlikten de sakının. Şüphesiz Allah sizin üzerinizde gözetleyicidir.
2. Yetimlere mallarını verin, temizi pis olanla değişmeyin, onların mallarını kendi mallarınıza katarak (kendi malınızmış gibi) yemeyin; çünkü bu, büyük bir günahtır.
3. Eğer (kendileriyle evlendiğiniz takdir de) yetimlerin haklarına riayet edememekten korkarsanız beğendiğiniz (veya size helâl olan) kadınlardan ikişer, üçer, dörder alın. Haksızlık yapmaktan korkarsanız bir tane alın; yahut da sahip olduğunuz (cariyeler) ile yetinin. Bu, adaletten ayrılmamanız için en uygun olanıdır.

Yaratılıştan gelen kıskançlık duygusuna rağmen ayetin, erkeklere birden fazla kadınla evlenme izni vermesi öteden beri –daha ziyade gayr-i müslimlerce- tenkit ve itiraza konu edilmiştir. Ancak İslam’ın bu iznini diğer talimatı ve hayatın değişen şartları içinde ele almak gereklidir. İslam’a göre zina kesin olarak haramdır; şu halde zinaya giden yolları tıkamak gerekir. Erkeğin güçlü ve yeterli, kadını ise zayıf ve isteksiz olması veya doğurgan olmaması halinde, savaş vb. sebeplerle erkeklerin azalması ve kadınların çoğalması gibi durumlarda, erkeğin birden fazla kadınla evlenmesi zaruri olabilir. Böyle durumlarda erkeğin birden fazla kadınla evlenmesi bir emir değil, bir izindir; ikinci ve üçüncü… eş olacak hanım da buna mecbur değildir. Ayrıca bu izin kayıtsız şartsız olmayıp adalet şartına bağlanmış, buna riayet edemeyeceğinden korkanlara bir kadınla yetinmeleri emredilmiştir. Bütün bu kayıtlar ve şartlar bir arada düşünüldüğü zaman İslam’ın bu izninin, zaman içinde değişen şartlara ayak uydurma bakımından en müsait yol olduğu açıkça anlaşılacaktır.

4. Kadınlara mehirlerini gönül rızası ile (cömertçe) verin; eğer gönül hoşluğu ile o mehrin bir kısmını size bağışlarlarsa onu da afiyetle yeyin.
5. Allah’ın geçiminize dayanak kıldığı mallarınızı aklı ermezlere (reşit olmayanlara) vermeyin; o mallarla onları besleyin, giydirin ve onlara güzel söz söyleyin.
6. Evlilik çağına gelinceye kadar yetimleri (gözetip) deneyin, eğer onlarda akılca bir olgunlaşma görürseniz hemen mallarını kendilerine verin. Büyüyecekler (de geri alacaklar) diye o malları israf ile ve tez elden yemeyin. Zengin olan (veli) iffetli olmaya çalışsın, yoksul olan da (ihtiyaç ve emeğine) uygun olarak yesin. Mallarını kendilerine verdiğiniz zaman yanlarında şahit bulundurun. Hesap sorucu olarak da Allah yeter.
7. Ana-babanın ve yakınların bıraktıklarından erkeklere bir pay vardır; ana-babanın ve yakınların bıraktıklarından kadınlara da bir pay vardır. Gerek azından, gerek çoğundan belli bir hisse ayrılmıştır.
8. (Mirastan payı olmayan) yakınlar, yetimler ve yoksullar miras taksiminde hazır bulunursa bundan, onları da rızıklandırın ve onlara güzel söz söyleyin.

Bu iki ayetten birincisi cahiliye devri geleneklerini yıkarak mirastan kadının da payı olduğunu, Allah’ın onlar için ayırdığı bu payın mutlaka kendilerine verilmesi gerektiğini ifade etmektedir. İkinci ayet ise İslam’ın getirdiği en geniş kardeşlik ve en insani dayanışma anlayışı ve sosyal adalet prensibi içinde, mirasta payı olmayan –nispeten- uzak akrabaya, o civarda bulunan fakir fukaraya da mirastan bir şeyler verilmesini, gönüllerinin alınmasını, emeksiz elde edilen servete karşı muhtemel menfi duyguların önlenmesini emretmektedir.

9. Geriye eli ermez, gücü yetmez çocuklar bıraktıkları takdirde (halleri ne olur) diye korkacak olanlar (yetimlere haksızlık etmekten) korkup titresinler; Allah’tan sakınsınlar ve doğru söz söylesinler.

Yetimlerin veli ve vasileri, onlara kendi çocuklarına davranılmasını istedikleri gibi davranmalıdırlar; çünkü kendi çocukları da bir gün yetim ve çaresiz kalabilir.

10. Haksızlıkla yetimlerin mallarını yiyenler şüphesiz karınlarına ancak ateş tıkınmış olurlar; zaten onlar alevlenmiş ateşe gireceklerdir.
11. Allah size, çocuklarınız hakkında, erkeğe, kadının payının iki misli (miras vermenizi) emreder. (Çocuklar) ikiden fazla kadın iseler, ölünün bıraktığının üçte ikisi onlarındır. Eğer yalnız bir kadınsa yarısı onundur. Ölenin çocuğu varsa, ana-babasından her birinin mirastan altıda bir hissesi vardır. Eğer çocuğu yok da ana-babası ona vâris olmuş ise, anasına üçte bir (düşer). Eğer ölenin kardeşleri varsa, anasına altıda bir (düşer. Bütün bu paylar ölenin) yapacağı vasiyetten ve borçtan sonradır. Babalarınız ve oğullarınızdan hangisinin size, fayda bakımından daha yakın olduğunu bilemezsiniz. Bunlar Allah tarafından konmuş farzlardır (paylardır). Şüphesiz Allah ilim ve hikmet sahibidir.

İslam’ın miras hukukunda, paylar ile mükellefiyetler arasında dengeleme yolu tutulmuş, daha çok harcama yapmak mecburiyetinde olanlara çok, daha az harcama durumunda olanlara az hisse verilmiştir. İslam aile hukukuna göre evlenirken mehir verecek, düğün masrafı yapacak olan erkektir. Evlendikten sonra da gerek muhtaç olan yakın akrabasına ve gerekse eş ve çocuklarına bakacak, onlara yiyecek, giyecek, mesken gibi asgari ihtiyaçları temin edecek yine erkektir. İşte bu sebepledir ki, genellikle mirasta erkeklerin payı, kadınlarınkinin iki misli olmuştur.

12. Yapacakları vasiyetten ve borçtan sonra eşlerinizin, eğer çocukları yoksa, bıraktıklarının yarısı sizindir. Çocukları varsa bıraktıklarının dörtte biri sizindir. Çocuğunuz yoksa, sizin de, yapacağınız vasiyetten ve borçtan sonra, bıraktığınızın dörtte biri onlarındır (zevcelerinizindir). Çocuğunuz varsa, bıraktığınızın sekizde biri onlarındır. Eğer bir erkek veya kadının, anababası ve çocukları bulunmadığı halde (kelâle şeklinde) malı mirasçılara kalırsa ve bir erkek yahut bir kızkardeşi varsa, her birine altıda bir düşer. Bundan fazla iseler üçte bire ortaktırlar. (Bu taksim) yapılacak vasiyetten ve borçtan sonra, kimse zarara uğramaksızın (yapılacak)tır. Bunlar Allah’tan size vasiyettir. Allah her şeyi hakkıyle bilendir, halîmdir.

Kelale şeklinde, malı yan hısımlarına kalan kimselerin paylarını açıklayan kısımda geçen erkek kardeş ve kız kardeşten maksat, ana bir kardeşlerdir. Öz kardeşlerin durumu surenin sonunda açıklanacaktır.

13. Bunlar, Allah’ın (koyduğu) sınırlardır. Kim Allah’a ve Peygamberine itaat ederse Allah onu, zemininden ırmaklar akan cennetlere koyacaktır; orada devamlı kalıcıdırlar; işte büyük kurtuluş budur.
14. Kim Allah’a ve Peygamberine karşı isyan eder ve sınırlarını aşarsa Allah onu, devamlı kalacağı bir ateşe sokar ve onun için alçaltıcı bir azap vardır.

Hukuk sistemleri, varislerin alacağı paylarda olduğu gibi, yakınlık ve uzaklık derecelerine göre akrabanın varis olup olmayanını tayin konusunda da farklı telakki ve uygulamaları benimsemişlerdir. Mesela İslam dışı bazı sistemlerde ölenin çocukları varsa ana-babası varis olamamaktadır. İslam miras hukuku payları dağıtırken adil denge esasına riayet ettiği gibi, varisleri tayin ederken de yakınlık derecesi ile beraber faydayı göz önüne almış, dünya ve ahiret hayatında ölüye faydası dokunan ve dokunacak olan akrabayı mirastan mahrum etmemiştir.

15. Kadınlarınızdan fuhuş yapanlara karşı aranızdan dört şahit getirin. Eğer şahitlik ederlerse, o kadınları ölüm alıp götürünceye yahut Allah onlara bir yol açıncaya kadar evlerde hapsedin.
16. İçinizden fuhuş yapan her iki tarafa ceza verin; eğer tevbe eder, uslanırlarsa artık onlara ceza verip eziyet etmekten vazgeçin; çünkü Allah tövbeleri çok kabul eden ve çok esirgeyendir.

Bu iki ayet fuhuş denilen çirkin fiil ile ilgilidir. Müfessirlerin çoğuna göre her ikisi de zina şeklindeki fuhşa ait olup, birincisi evlilerin zinası, ikincisi ise bekarların zinası hakkında ilk devirlerde tatbik edilen cezayı açıklamaktadır. Daha sonra gelen ayet (Nur 24/2) ve hadisler ile Hz.Peygamberin tatbikatına göre bu ayetler nesh edilmiş, bekarların zinası için belli sayıda sopa, evlilerin zinası için ise “recm” cezası getirilmiştir. Bazı müfessirlere göre ise ayetler neshedilmiş; yani hükümleri yürürlükten kaldırılmamıştır; bu ayetlerden birincisi kadınlar arasındaki sevicilik fuhşuna, ikinci ayet ise erkekler arasındaki livata fuhşuna aittir ve bunların cezası ayetlerde olduğu gibidir. Kadın ile erkek arasındaki zina fuhşunun cezası ise Nur suresindeki ayette açıklanmıştır.

17. Allah’ın kabul edeceği tevbe, ancak bilmeden kötülük edip de sonra tez elden tevbe edenlerin tevbesidir; işte Allah bunların tevbesini kabul eder; Allah her şeyi bilendir, hikmet sahibidir.
18. Yoksa kötülükleri yapıp yapıp da içlerinden birine ölüm gelip çatınca “Ben şimdi tevbe ettim” diyenler ile kâfir olarak ölenler için (kabul edilecek) tevbe yoktur. Onlar için acı bir azap hazırlamışızdır.
19. Ey iman edenler! Kadınlara zorla vâris olmanız size helâl değildir. Apaçık bir edepsizlik yapmadıkça, onlara verdiğinizin bir kısmını ele geçirmeniz için de kadınları sıkıştırmayın. Onlarla iyi geçinin. Eğer onlardan hoşlanmazsanız (biliniz ki) Allah’ın hakkınızda çok hayırlı kılacağı bir şeyden de hoşlanmamış olabilirsiniz.

İslam’dan önce Araplar kadına çok kötü muamele ediyor, bu cümleden olarak kocası ölen kadını, onun miras bıraktığı mal gibi telakki ediyorlar, kadın istemese bile onunla evlenme veya onu başkasıyla evlendirme hakkına sahip olduklarını düşünüyorlar, kadını kullanarak maddi menfaat sağlama yoluna gidiyorlardı. Ayet bütün bu haksızlıklara son vermiş, kadına layık olduğu hakları getirmiştir.

20. Eğer bir eşi bırakıp da yerine başka bir eş almak isterseniz, onlardan birine yüklerle mehir vermiş olsanız dahi ondan hiçbir şeyi geri almayın. Siz iftira ederek ve apaçık günah işleyerek onu geri alır mısınız?

İslam’da erkek, evleneceği kadına, mehir adıyla bir mal verir. Bunun miktarı örf, adet ve emsale göre tayin edilir. Mehir kadının hakkı, onun özel malıdır, peşin verilmemiş ise kocasının boşaması veya ölmesi halinde kadına derhal ödemesi gerekir. Erkeklerin, çeşitli yollar ve desiselerle bu hakkı kısmen veya tamamen yemeleri, verdiklerini zorla geri almaları meşru değildir.

21. Vaktiyle siz birbirinizle haşir-neşir olduğunuz ve onlar sizden sağlam bir teminat almış olduğu halde onu nasıl geri alırsınız!

Bir kadınla evlenip birleşen veya birleşecek bir ortamda baş başa kalan (halvet olan) koca, onu boşadığı takdirde mehrin tamamını öder. Ayette “birbirinizle haşır-neşir olduğunuz” denilerek bunlara işaret edilmiştir. Birleşme ve halvet olmadan boşanma halinde ise, kadın mehrin yarısına hak kazanmış olur.

22. Geçmişte olanlar bir yana, babalarınızın evlendiği kadınlarla evlenmeyin; çünkü bu bir hayasızlıktır, iğrenç bir şeydir ve kötü bir yoldur.

İslam öncesi Arapların üvey anneleri ile evlenme şeklinde çirkin bir adetini daha ortadan kaldıran bu ayetten sonra müslümanların, başka kimlerle evlenmelerinin caiz olmadığını açıklamak üzere şöyle buyuruluyor.

23. Analarınız, kızlarınız, kızkardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, kardeş kızları, kızkardeş kızları, sizi emziren analarınız, süt bacılarınız, eşlerinizin anaları, kendileriyle birleştiğiniz eşlerinizden olup evlerinizde bulunan üvey kızlarınız size haram kılındı. Eğer onlarla (nikâhlanıp da) henüz birleşmemişseniz kızlarını almanızda size bir mahzur yoktur. Kendi sulbünüzden olan oğullarınızın eşleri ve iki kız kardeşi birden almak da size haram kılındı; ancak geçen geçmiştir. Allah çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir.

Ayetin “nikahlanıp da birleşmediğiniz kadınların kızları ile evlenmenizde mahzur yoktur” mealindeki kısmından maksat, anası nikah altında iken onun kızını da almak değildir. Caiz olan, bir erkeğin nikahlanıp da kendisi ile birleşmeden boşadığı kadının başkasından olma kızı ile evlenmedir. Ayette evlenilmesi kesin olarak yasaklananlar dışında kalan akraba ile evlenmek, bazı şart ve zaruretler icabı caiz kılınmış olmakla beraber, hadisler akraba olmayanlarla evlenmeyi tavsiye etmiştir.

24. (Harp esiri olarak) sahip olduğunuz cariyeler müstesna, evli kadınlar da size haram kılındı. Allah’ın size emri budur. Bunlardan başkasını, namuslu olmak ve zina etmemek üzere mallarınızla (mehirlerini vererek) istemeniz size helâl kılındı. Onlardan faydalanmanıza karşılık kararlaştırılmış olan mehirlerini verin. Mehir kesiminden sonra (bir miktar indirim için) karşılıklı anlaşmanızda size günah yoktur. Şüphesiz Allah ilim ve hikmet sahibidir.

Bazı dinlerde ve bunlara dayalı hukuklarda kadın, kendisi ile evlenecek olan erkeğe vermek üzere mal (dırahoma) edinir; yani bu sayede erkeklerin kendisine rağbet etmelerini sağlamaya çalışır. İslam’da ise kadın bizatihi değerlidir. Onun malına değil, kendisine rağbet edilir. Bunu sembolize etmek üzere de kadın değil, onunla evlenmek isteyen erkek ona bir şeyler verir ki, buna mehir denilmiştir.

25. İçinizden, imanlı hür kadınlarla evlenmeye gücü yetmeyen kimse, ellerinizin altında bulunan imanlı genç kızlarınız (sayılan) cariyelerinizden alsın. Allah sizin imanınızı daha iyi bilmektedir. Hep aynı köktensiniz (insanlık bakımından aranızda fark yoktur). Öyle ise iffetli yaşamaları, zina etmemeleri ve gizli dost da tutmamaları şartı ve sahiplerinin izni ile onları (cariyeleri) nikâhlayıp alın, mehirlerini de normal miktarda verin. Evlendikten sonra bir fuhuş yaparlarsa onlara, hür kadınların cezasının yarısı (uygulanır). Bu (cariye ile evlenme izni), içinizden günaha düşmekten korkanlar içindir. Sabretmeniz ise sizin için daha hayırlıdır. Allah çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir.

Zina kesin olarak haramdır. Bir ücret karşılığında anlaşarak geçici bir zaman için evlenmek meşru değildir. Metres ve dost tutmak da zinanın başka çeşitleridir. Bir müslümanın evlilik ihtiyacı karşısında yapacağı şey, imkanı varsa özellikle bir mümin ve hür hanımla evlenmektir; müslüman olmayan ehl-i kitap kadınlarla evlenmesi de caizdir. Sonra sırasıyla mümin cariye ve mümin olmayan ile evlenmek gelir. Cariye bir başkasına ait olduğu için onunla evlenmenin bazı mahzurları vardır; bu sebeple cariye ile evlenmekten ise sabredip, imkanın elvermesini beklemek insan için daha hayırlıdır. Ayetin cariyelere “kızlarınız” diyen ve “bütün insanların aynı kökten geldiklerini, insan evladı olduklarını” düşünerek onların hor görülmemesini, onlarla evlenmekten çekinilmemesini isteyen kısmı İslam’ın insana verdiği değer bakımından önemli vesikalar mahiyetindedir. Savaş esirleri için tek alternatif kölelik ve cariyelik değildir. Esir, köle ve cariyenin tek asli kaynağı savaştır. Savaş esirleri için tek alternatif kölelik ve cariyelik değildir. Esir, köle ve cariye statüsüne geçirilmiş ise bu takdirde onlara yapılan muamele hür insanlarınkine oldukça yakındır ve hedef hidayete ermelerini temindir.

26. Allah size (bilmediklerinizi) açıklamak ve sizi, sizden önceki (iyi) lerin yollarına iletmek ve sizin günahlarınızı bağışlamak istiyor. Allah hakkıyle bilicidir, yegâne hikmet sahibidir.
27. Allah sizin tevbenizi kabul etmek ister; şehvetlerine uyanlar (kötü arzuların esiri olanlar) ise büsbütün yoldan çıkmanızı isterler.
28. Allah sizden (yükünüzü) hafifletmek ister; çünkü insan zayıf yaratılmıştır.

Şu halde dini teklifler ve vazifeler birer yük değildir; tam aksine insanı dünya ve ahiret hayatında çıkmaza düşmekten, altından kalkamayacağı veya kendisine fayda yerine zarar getirecek olan iş ve davranışlara girmekten alıkoyan, böylece yükünü hafifleten temrinler, düzenlemeler ve irşadlardır.

29. Ey iman edenler! Karşılıklı rızaya dayanan ticaret olması hali müstesna, mallarınızı, bâtıl (haksız ve haram yollar) ile aranızda (alıp vererek) yemeyin. Ve kendinizi öldürmeyin. Şüphesiz Allah, sizi esirgeyecektir.
30. Kim düşmanlık ve haksızlık ile bunu (haram yemeyi veya öldürmeyi) yaparsa (bilsin ki) onu ateşe koyacağız; bu ise Allah’a çok kolaydır.

Karşılıklı rızaya dayanan mal-para, emek, ücret vb. mübadele çeşitleri, hem fertler, hem de, onların teşkil ettiği toplum için faydalıdır; bu sebeple de meşrudur. Rızasız ve haksız kazançlar ise geçici refah ve menfaatler sağlamakla beraber arkasından isyanlar, ihtilaller ve felaketler getirir. Ayet “başkasının malını” demek yerine, “mallarımızı” demek suretiyle “milli servet” mefhumuna ışık tutmaktadır. Mali haksızlıkların getirdiği felaketlerden birisi ve belki en önemlisi katildir; haksızlıkla ve haram yollardan servet yapmak, fert ve cemiyet olarak adım adım ölüme gitmek demektir. Çünkü, ferdi intikam duygusu, ferdi öldürmelere yol açarken, sosyal sınıflar arası intikam duygusu da sosyal patlamalara ve ihtilallere sebep olmaktır.

31. Eğer yasaklandığınız büyük günahlardan kaçınırsanız, sizin küçük günahlarınızı örteriz ve sizi şerefli bir yere sokarız.

İnsanlar, melekler gibi yaratılışları icabı günahtan korunmuş değildir, günah ve suç işleme kabiliyetleri vardır, faziletleri de. Faziletleri, nefsani arzularına karşı geldikleri mücadeleden gelmektedir. Kul elinden geleni yapınca Mevla, ufak tefek kusurları örtecek, yüze vurmayacaktır.

32. Allah’ın sizi, birbirinizden üstün kıldığı şeyleri (başkasında olup da sizde olmayanı) hasretle arzu etmeyin. Erkeklerin de kazandıklarından nasipleri var, kadınların da kazandıklarından nasipleri var. Allah’tan lütfunu isteyin; şüphesiz Allah her şeyi bilmektedir.

Allah her kuluna, kabiliyet ve çalışmasına göre nimetler, nasipler vermiştir; başkasında olana göz dikmek, onun hasretini çekerek ömür geçirmek yerine, herkesin kendisindekini görmesi, onun kıymetini bilmesi ve isteyeceğini Allah’ın lütfundan istemesi gerekir.

33. (Erkek ve kadından) her biri için, ana, baba ve akrabanın bıraktığından (hisselerini alacak olan) vârisler kıldık. Yeminlerinizin bağladığı kimselere de paylarını verin. Çünkü Allah her şeyi görmektedir.

“Yeminlerin bağladığı kimseler” cahiliye devrinde adet olan bir nevi mukaveleli mirasçılar olup, başka bir ayetle (Enfal 8/75) hükmü kaldırılmıştır. Bir başka anlayışa göre bunlardan maksat eşlerdir ve ayet neshedilmemiştir.

34. Allah’ın insanlardan bir kısmını diğerlerine üstün kılması sebebiyle ve mallarından harcama yaptıkları için erkekler kadınların yöneticisi ve koruyucusudur. Onun için sâliha kadınlar itaatkârdır. Allah’ın kendilerini korumasına karşılık gizliyi (kimse görmese de namuslarını) koruyucudurlar. Baş kaldırmasından endişe ettiğiniz kadınlara öğüt verin, onları yataklarda yalnız bırakın ve (bunlarla yola gelmezlerse) dövün. Eğer size itaat ederlerse artık onların aleyhine başka bir yol aramayın; çünkü Allah yücedir, büyüktür.

Erkeklerin maddi ve manevi özellikleri ile ekonomik rolleri onların aile reisi olmalarını tabii kılmıştır. Aile küçük bir toplumdur. Toplum düzenle yaşar. Düzen ise bir reisi, bir idareciyi zaruri kılar. İslam’da devlet başkanından aile reisine kadar her idareci ilahi talimata göre hareket etmek, yönetmek mecburiyetindedir; şu halde onlara itaat bu talimata itaat demektir. İdare eden veya edilen bu talimatın dışına çıkar, itaatsizlik ederse müeyyide uygulanır. Burada bahis mevzuu olan zevcenin itaatsizliğidir. Çare olarak önce öğüt vermek, sonra yatak boykotu ve daha sonra dövme tavsiye edilmiştir. Kur’an’ı bize tebliğ eden Hz.Peygamber (s.a.) hiçbir zaman kadın dövmediği gibi, “Kadını eşek döver gibi dövüp de günün sonunda onu koynunuza alıp yatmanız olacak şey midir?” buyurarak ümmetini uyarmıştır. Dövme müeyyidesi kullanıldığı taktirde kadının canını yakmayacak ve vücudunda iz bırakmayacak şekilde uygulanması gerektiğini de ifade buyurmuştur. Şu halde dayağı İslam getirmemiş, aksine onu hafifleterek ortadan kaldırmaya yönelmiştir. Ayrıca kadına da, kocasından şikayetçi olması halinde hakem ve hakime başvurma, hakkını arama imkanı vermiştir.

35. Eğer karı-kocanın aralarının açılmasından korkarsanız, erkeğin ailesinden bir hakem ve kadının ailesinden bir hakem gönderin. Bunlar barıştırmak isterlerse Allah aralarını bulur; şüphesiz Allah her şeyi bilen, her şeyden haberdar olandır.
36. Allah’a ibadet edin ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana-babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yakın arkadaşa, yolcuya, ellerinizin altında bulunanlar (köle, cariye, hizmetçi ve benzerlerine) iyi davranın; Allah kendini beğenen ve daima böbürlenip duran kimseyi sevmez.

Allah’a kul olmanın gereği böyle bir ahlaka sahip bulunmaktır; kaba-saba, haksız, zalim, cimri, herkese kötülük eden… kimseler yalnızca bazı ibadetleri yapmakla Allah katında makbul bir kul olamazlar.

37. Bunlar cimrilik eden ve insanlara da cimriliği tavsiye eden, Allah’ın kendilerine lütfundan verdiğini gizleyen kimselerdir. Biz, kâfirler için alçaltıcı bir azap hazırladık.
38. Allah’a ve ahiret gününe inanmadıkları halde mallarını, insanlara gösteriş için sarfedenler de (ahirette azaba dûçâr olurlar). Şeytan bir kimseye arkadaş olursa, ne kötü bir arkadaştır o!
39. Allah’a ve ahiret gününe iman edip de Allah’ın kendilerine verdiğinden (O’nun yolunda) harcasalardı ne olurdu sanki! Allah onların durumunu hakkıyle bilmektedir.
40. Şüphe yok ki Allah zerre kadar haksızlık etmez. (Kulun yaptığı iş, eğer bir kötülük ise, onun cezasını adaletle verir.) İyilik olursa onu katlar (kat kat arttırır), kendinden de büyük mükâfat verir.
41. Her bir ümmetten bir şahit getirdiğimiz ve seni de onlara şahit olarak gösterdiğimiz zaman halleri nice olacak!

Bütün peygamberler ümmetlerine aynı iman esaslarını getirmiş ve tebliğ etmişlerdir. Nizam ve ahlak sahasında ise –prensipler değişmemekle beraber-medeni ve içtimai şartlara göre şekiller ve uygulamalar değişmektedir. Son Peygamber Muhammed Mustafa (s.a.) insanların ilim ve medeniyetçe en ileri devrelerinde onlara rehber olacak en kamil dini getirmiş ve tebliğ etmiştir. Peygamberlerinin getirdikleri iman ve nizamı değiştiren veya inkar edenler ahirette muhakeme edilecek ve peygamberleri de onlar aleyhine şahitlik edeceklerdir. Hatemü’l-enbiya (s.a.) ise bütün peygamberlerin lehinde şahitlik ederek onları tasdik eyleyecektir.

Buhari’nin rivayetine göre Resulullah(s.a.) sahabi İbn Mes’ud’dan, kendisine Kur’an okumasını istemiş, onun: “O, sana indirildiği halde ben mi sana okuyacağım?” demesi üzerine: ”Evet, onu başkasından dinlemek hoşuma gidiyor” buyurmuştur. İbn Mes’ud bundan sonrasını şöyle anlatıyor: Nisa suresini okudum. 41. Ayete (bu ayete) gelince Resulullah (s.a.) “şimdilik yeter” dedi, bir de baktım ki gözlerinden yaşlar boşanıyor!

42. Küfür yoluna sapıp peygamberi dinlemeyenler o gün yerin dibine batırılmayı temenni ederler ve Allah’tan hiçbir haberi gizleyemezler.
43. Ey iman edenler! Siz sarhoş iken -ne söylediğinizi bilinceye kadar- cünüp iken de -yolcu olan müstesna- gusül edinceye kadar namaza yaklaşmayın. Eğer hasta olur veya bir yolculuk üzerinde bulunursanız, yahut sizden biriniz ayak yolundan gelirse, yahut kadınlara dokunup da (bu durumlarda) su bulamamışsanız o zaman temiz bir toprakla teyemmüm edin: Yüzlerinize ve ellerinize sürün. Şüphesiz Allah çok affedici ve bağışlayıcıdır.

Abdest alması veya gusletmesi gereken bir müslüman su bulamadığı takdirde toprak ve yeryüzü cinsinden bir şeyle teyemmüm eder. Teyemmüm hem abdest, hem de gusül yerine geçer. Ayrıca suyu kullanmaya engel olan hastalık, korku, suyun uzakta olması gibi bazı özür ve durumlar da teyemmümü caiz kılar.

44. Kendilerine Kitap’tan nasip verilenlere baksana! Sapıklığı satın alıyorlar ve sizin de yoldan çıkmanızı istiyorlar!
45. Allah düşmanlarınızı sizden daha iyi bilir. Gerçek bir dost olarak Allah yeter, bir yardımcı olarak da Allah kâfidir.
46. Yahudilerden bir kısmı kelimeleri yerlerinden değiştirirler, dillerini eğerek, bükerek ve dine saldırarak (Peygambere karşı) “İşittik ve karşı geldik”, “dinle, dinlemez olası”, “râinâ” derler. Eğer onlar “İşittik, itaat ettik, dinle ve bizi gözet” deselerdi şüphesiz kendileri için daha hayırlı ve daha doğru olacaktı; fakat küfürleri (gerçeği kabul etmemeleri) sebebiyle Allah onları lânetlemiştir. Artık pek az inanırlar.

Yahudiler Allah’ın kendilerine gönderdiği kitabı tahrif etmiş, kelime ve cümlelerin yerlerini değiştirmiş, manalarını saptırmış, gerçekleri ve bu arada Hz. Peygamber’in geleceğini müjdeleyen kısımları örtmüş, bozmuş ve inkar etmişlerdir. Resulullah’ın zamanında da ilk anda kötü maksatlarını belli etmeyecek sözler kullanarak onu tahkir etmek ve kinlerini tatmin eylemek yoluna gitmişlerdir. Mesela “raina” kelimesi “bizi gözet” manasına gelir. İşte buna benzer kelime oyunları ile akıllarınca Peygambere hakaret ediyorlardı. Ayet, onların oyunlarını bozmakta ve haklarında hayırlı olacak yolu göstermektedir.

47. Ey ehl-i kitap! Biz, birtakım yüzleri silip dümdüz ederek arkalarına çevirmeden, yahut onları, cumartesi adamları gibi lânetlemeden önce (davranarak), size gelenleri doğrulamak üzere indirdiğimize (Kitab’a) iman edin; Allah’ın emri mutlaka yerine gelecektir.

Ayette geçen “sebt”, yahudilerce mukaddes olan Cumartesi günüdür. Cumartesi adamlarından maksat, gerekli bulunduğu halde Cumartesi gününe saygı göstermeyen, bu ve benzeri günahlarından dolayı lanetlenen bazı yahudilerdir.

48. Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz; bundan başkasını, (günahları) dilediği kimse için bağışlar. Allah’a ortak koşan kimse büyük bir günah (ile) iftira etmiş olur.
49. Kendilerini temize çıkaranlara ne dersin! Hayır, Allah dilediğini temize çıkarır ve hiç kimse kıl payı kadar haksızlık görmez.
50. Bak, nasıl da Allah üzerine yalan uyduruyorlar; apaçık bir günah olarak bu (onlara) yeter!
51. Kendilerine Kitap’tan nasip verilenleri görmedin mi? Putlara ve bâtıla (tanrılara) iman ediyorlar, sonra da kâfirler için: “Bunlar, Allah’a iman edenlerden daha doğru yoldadır” diyorlar!

Ehl-i kitaptan Ka’b b. el-Eşref Medine’den Mekke’ye gelmiş, müşrikleri Hz. Peygamber ve müslümanlar aleyhine kışkırtarak beraber mücadeleye çağırmıştı. Bu arada müşrikler “ Bizim dinimiz mi, yoksa Muhammed’in dini mi haktır, hangimiz doğru yoldayız?” diye sormuşlar ve “Siz doğru yoldasınız” cevabını almışlardı. Yukarıdaki ayet bu hadise üzerine nazil olmuştur.

52. Bunlar, Allah’ın lânetlediği kimselerdir; Allah’ın rahmetinden uzaklaştırdığı (lânetli) kimseye gerçek bir yardımcı bulamazsın.
53. Yoksa onların mülkten (hükümranlıktan) bir nasipleri mi var? Öyle olsaydı insanlara çekirdek filizi (kadar bir şey bile) vermezlerdi.
54. Yoksa onlar, Allah’ın lütfundan verdiği şeyler için insanlara hased mi ediyorlar? Oysa İbrahim soyuna Kitab’ı ve hikmeti verdik ve onlara büyük bir hükümranlık bahşettik.
55. Onlardan bir kısmı İbrahim’e inandı, kimi de ondan yüz çevirdi; (onlara) kavurucu bir ateş olarak cehennem yeter.
56. Şüphesiz âyetlerimizi inkâr edenleri gün gelecek bir ateşe sokacağız; onların derileri pişip acı duymaz hale geldikçe, derilerini başka derilerle değiştiririz ki acıyı duysunlar! Allah daima üstün ve hakîmdir.
57. İnanıp; iyi işler yapanları da, içinde ebediyen kalmak üzere girecekleri, zemininden ırmaklar akan cennetlere sokacağız. Orada onlar için tertemiz eşler vardır ve onları koyu (tatlı) bir gölgeye koyarız.

Buraya kadar meallerini verdiğimiz on üç ayet müşrik, putperest, ehl-i kitap… kafirlerin psikolojilerini tahlil ederek davranışlarının sebeplerini ve akıbetlerini açık bir şekilde ortaya koyuyor ve müminlerin ibret almalarını istiyor.

58. Allah size, mutlaka emanetleri ehli olanlara vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Allah size ne kadar güzel öğütler veriyor! Şüphesiz Allah her şeyi işitici, her şeyi görücüdür.

Ayetin emanet ve adalete riayet emri ebedi ve genel bir düstur olmakla beraber, güzel de bir nüzul sebebi vardır: Hz.Peygamber (s.a.) Mekke’yi fethedince, Kabe’ye bakan Osman b. Talha kapıyı kilitlemiş, Kabe’nin üzerine çıkmış ve anahtarı vermeyi reddederek: “ Senin peygamber olduğunu bilseydim onu verirdim” demişti. Hz. Ali anahtarı zorla ondan aldı, kapıyı açtı, Hz.Peygamber içeri girerek iki rekat namaz kıldı, çıkınca amcası Abbas, anahtarı ve şerefli bir görev olan bakıcılığı kendisine vermesini istedi. İşte bu münasebetle yukarıdaki ayet nazil oldu. Efendimiz, Hz.Ali’ye “anahtarı eski vazifeliye vermesini ve ondan özür dilemesini” emretti. Bu olay Osman b. Talha’nın da müslüman olmasına sebep teşkil etmiştir.

59. Ey iman edenler! Allah’a itaat edin. Peygamber’e ve sizden olan ülülemre (idarecilere) de itaat edin. Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz Allah’a ve ahirete gerçekten inanıyorsanız onu Allah’a ve Resûl’e götürün (onların talimatına göre halledin); bu hem hayırlı, hem de netice bakımından daha güzeldir.
60. Sana indirilene ve senden önce indirilenlere inandıklarını ileri sürenleri görmedin mi? Tâğut’a inanmamaları kendilerine emrolunduğu halde, Tâğut’un önünde muhakemeleşmek istiyorlar. Halbuki şeytan onları büsbütün saptırmak istiyor.

Bundan önceki ayet müslümanların bilgi ve hüküm kaynaklarını sıralamış, sonradan “Kitap, Sünnet, İcma ve Kıyas” şeklinde formülleştirilen kaynakların temelini koymuş, anlaşmazlık çıkarsa çözümün bu kaynaklara başvurularak aranmasını emretmişti. Buna rağmen bir münafığın hasmına, “Resullullah yerine Ka’b b. el-Eşref’e başvuralım” demesi bu ayetin, nüzulüne sebep teşkil etmiş, ayet her yer ve zamanda emsali bulunan münafıkların maskesini indirmiştir.

Tağut: Hakkı tanımayıp azan ve sapan her kişi ve güce verilen addır. Şeytana da bu yüzden tağut denmiştir. Bu ve müteakip beş ayetin, yukarıda zikredilen nüzul sebebi bu kelimenin anlamını belirlemede yardımcı olur.

61. Onlara: Allah’ın indirdiğine (Kitab’a) ve Resûl’e gelin (onlara başvuralım), denildiği zaman, münafıkların senden iyice uzaklaştıklarını görürsün.
62. Elleriyle yaptıkları yüzünden başlarına bir felâket gelince hemen, biz yalnızca iyilik etmek ve arayı bulmak istedik, diye yemin ederek sana nasıl gelirler!
63. Onlar Allah’ın, kalplerindekini bildiği kimselerdir; onlara aldırma, kendilerine öğüt ver ve onlara, kendileri hakkında tesirli söz söyle.
64. Biz her peygamberi -Allah’ın izniyle- ancak kendisine itaat edilmesi için gönderdik. Eğer onlar kendilerine zulmettikleri zaman sana gelseler de Allah’tan bağışlanmayı dileseler, Resûl de onlar için istiğfar etseydi Allah’ı ziyadesiyle affedici, esirgeyici bulurlardı.
65. Hayır, Rabbine andolsun ki aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda seni hakem kılıp sonra da verdiğin hükümden içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın (onu) tam manasıyla kabullenmedikçe iman etmiş olmazlar.

İman kuru bir sözden ibaret değildir; gönülden bağlanmak, inanmak ve kabullenmektir. Hem “Allah ve Resulü’ne inandım” deyip, hem de hükümlerine razı olmamak tipik münafıklık alametidir. “Şeriatın kestiği parmak acımaz” denilmiştir;acımaz, çünkü müminin kalbinde o acıyı unutturacak kadar büyük bir iman vardır.

66. Eğer onlara, kendinizi öldürün yahut yurtlarınızdan çıkın, diye emretmiş olsaydık, içlerinden pek azı müstesna, bunu yapmazlardı. Eğer kendilerine verilen öğüdü yerine getirselerdi, onlar için hem daha hayırlı hem de (imanlarını) daha pekiştirici olurdu.
67. O zaman elbette kendilerine nezdimizden büyük mükâfat verirdik.
68. Ve onları dosdoğru bir yola iletirdik.

Hz.Aişe’nin anlattığına göre birisi Resulullah’a gelip şöyle demişti: “Ey Allah’ın Resulü! Seni kendimden, çoluk çocuğumdan daha çok seviyorum. Evimde iken hatırlayınca sabredemiyorum, hemen gelip seni görüyorum. Benim ve senin öleceğimizi düşününce anladım ki sen cennete girdiğin zaman peygamberlerle beraber yüce makamlara götürüleceksin, ben ise cennete girsem bile zannederim seni göremiyeceğim!” Hz.Peygamber bu samimi tehassüre cevap vermemiş, beklemişti. Şu ayet nazil oldu:

69. Kim Allah’a ve Resûl’e itaat ederse işte onlar, Allah’ın kendilerine lütuflarda bulunduğu peygamberler, sıddîkler, şehidler ve salih kişilerle beraberdir. Bunlar ne güzel arkadaştır!
70. Bu lütuf Allah’tandır. Bilen olarak Allah yeter.
71. Ey iman edenler! Tedbirinizi alın; bölük bölük savaşa çıkın, yahut (gerektiğinde) topyekün savaşın.

Barış içinde yaşamak arzu edilir bir şey olmakla beraber, tarih boyunca devamlı gerçekleştiği görülmemiştir. Uzun tecrübelerden sonra sulh, dirlik ve düzenlik isteyenlerin ancak savaşa hazır olmakla bunu elde edebilecekleri anlaşılmış, “Hazır ol cenge eğer ister isen sulhu salah” denilmiştir. İslam meşru müdafaa için, yeryüzünden zulmü, baskıyı kaldırmak, gerçek din ve vicdan hürriyetini sağlamak için savaşa izin vermiş, müslümanları cihada çağırmıştır. Müslümanların vazifesi her zaman cenge hazır olmak, fakat meşru sebep bulunmadıkça onu yapmamak, hazırlığı sulhun teminatı kılmaktır.

72. İçinizden bazıları vardır ki (cihad konusunda) pek ağırdan alırlar. Eğer size bir felâket erişirse: “Allah bana lütfetti de onlarla beraber bulunmadım” der.

Burada “ağırdan alırlar” denilen kimseler çeşitli bahanelerle savaşa katılmak istemeyen, katılanları da engellemeye çalışan münafıklardır.

73. Eğer Allah’tan size bir lütuf erişirse -sanki sizinle onun arasında (zahirî) bir dostluk yokmuş gibi- “Keşke onlarla beraber olsaydım da ben de büyük bir başarı kazansaydım !” der.
74. O halde, dünya hayatını ahiret karşılığında satanlar, Allah yolunda savaşsınlar. Kim Allah yolunda savaşır da öldürülür veya galip gelirse biz ona yakında büyük bir mükâfat vereceğiz.
75. Size ne oldu da Allah yolunda ve “Rabbimiz! Bizi, halkı zalim olan bu şehirden çıkar, bize tarafından bir sahip gönder, bize katından bir yardımcı yolla!” diyen zavallı erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda savaşmıyorsunuz!

Mekke’nin fethinden önce orada kalıp Medine’ye göç edemeyen müslümanlar zalim, müşrik Mekke’lilerden büyük işkenceler görmüş, cefalar çekmiş ve Alllah’a iltica ederek O’ndan yardımcı göndermesini dilemişlerdi. Ayet buna işaret etmekle beraber, dünyanın neresinde olursa olsun, zulüm ve haksızlığa uğramış çaresizlere müslümanların yardım etmelerini ve gerekirse onların uğrunda savaşmalarını istemektedir.

76. İman edenler Allah yolunda savaşırlar, inanmayanlar ise tâğut (bâtıl davalar ve şeytan) yolunda savaşırlar. O halde şeytanın dostlarına karşı savaşın; şüphe yok ki şeytanın kurduğu düzen zayıftır.
77. Kendilerine, ellerinizi savaştan çekin, namazı kılın ve zekâtı verin, denilen kimseleri görmedin mi? Sonra onlara savaş farz kılınınca, içlerinden bir gurup hemen Allah’tan korkar gibi, hatta daha fazla bir korku ile insanlardan korkmaya başladılar da “Rabbimiz! Savaşı bize niçin yazdın! Bizi yakın bir süreye kadar ertelesen (daha bir müddet savaşı farz kılmasan) olmaz mıydı?” dediler. Onlara de ki: “Dünya menfaati önemsizdir, Allah’tan korkanlar için ahiret daha hayırlıdır ve size kıl payı kadar haksızlık edilmez.”
78. Nerede olursanız olun ölüm size ulaşır; sarp ve sağlam kalelerde olsanız bile! Kendilerine bir iyilik dokunsa “Bu Allah’tan” derler; başlarına bir kötülük gelince de “Bu senden” derler. “Hepsi Allah’tandır”” de. Bu adamlara ne oluyor ki bir türlü laf anlamıyorlar!
79. Sana gelen iyilik Allah’tandır. Başına gelen kötülük ise nefsindendir. Seni insanlara elçi gönderdik; şahit olarak da Allah yeter.

Bu iki ayet birlikte değerlendirildiğinde, İslam’ın hayır, şer, kaza ve kader mevzularındaki inanç ve düşüncesine ışık tuttuğu görülür. İnsanlar umumiyetle elde ettikleri başarı ve iyi neticeleri kendilerine (veya inananlar Allah’a) mal ederler. Felaket, kötülük ve başarısızlıkları ise yükleyecek birisini ararlar; kendilerini kınamak ve suçlamaktan kaçarlar. Halbuki her şeyi yaratan Allah’tır; her şey O’nun takdir ve kudreti ile var olur. Ancak Allah, hiçbir kimse için doğrudan doğruya felaket ve kötülüğe rıza göstermez; kulun işlediği her günah, suç ve kötülükte bizzat kendi iradesi devreye girer ve Allah, kulu öyle istediği için, iradesini o yolda sarf ettiği için öyle yaratır. Şu halde kul kasibdir; hak eder, murat eder, Allah halıktır; kulun iradesine göre yaratır.

80. Kim Resûl’e itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur. Yüz çevirene gelince, seni onların başına bekçi göndermedik!
81. “Başüstüne” derler, ama yanından ayrılınca onlardan bir kısmı, senin dediğinden başkasını gizlice kurar. Allah da onların gizlice kurduklarını yazar. Sen onlara aldırma ve Allah’a dayan; sana vekil olarak Allah yeter.

İnanmadıkları halde öyle görünen münafıklar Resulullah’ın huzurunda iken, O ne söylerse kabul ediyor ve itaatkar görünüyor; huzurundan ayrılıp kendi başlarına kalınca bilhassa geceleri gizli planlar ve tuzaklar hazırlıyorlardı.

82. Hâla Kur’an üzerinde gereği gibi düşünmeyecekler mi? Eğer o, Allah’tan başkası tarafından gelmiş olsaydı onda birçok tutarsızlık bulurlardı.

Kur’an’ı Kerim, hem ifade bakımından, hem mana ve hüküm bakımından bir bütünlük arz etmektedir. İnsanların söylediği sözler, güzellik ve düzgünlük bakımından daima aynı olmaz. Yazan ve söyleyenin içinde bulunduğu hal ve şartlara göre değişir. Kur’an’ın ifade ve üslubu ise baştan sona emsalsiz bir güzellik ve düzgünlük içindedir. Bu sözlerin ihtiva ettiği mana, hüküm ve haberler de, yaratılış öncesinden ebediyete kadar hemen her şeye temas ettiği halde tam bir tutarlılık, bütünlük, sıhhat ve uyum arz etmektedir. Yalnızca bunları düşünmek ve tesbit etmek bile, Kur’an-ı Kerim’in insan eseri olmadığını, Allah’tan gelmiş bulunduğunu anlamaya yetecektir.

83. Onlara güven veya korkuya dair bir haber gelince hemen onu yayarlar; halbuki onu, Resûl’e veya aralarında yetki sahibi kimselere götürselerdi, onların arasından işin içyüzünü anlayanlar, onun ne olduğunu bilirlerdi. Allah’ın size lütuf ve rahmeti olmasaydı, pek azınız müstesna, şeytana uyup giderdiniz.
84. Artık Allah yolunda savaş. Sen, kendinden başkası (sebebiyle) sorumlu tutulmazsın. Müminleri de teşvik et. Umulur ki Allah kâfirlerin gücünü kırar (güçleriyle size zarar vermelerini önler). Allah’ın gücü daha çetin ve cezası daha şiddetlidir.
85. Kim iyi bir işe aracılık ederse onun da o işten bir nasibi olur. Kim kötü bir işe aracılık ederse onun da ondan bir payı olur. Allah her şeyin karşılığını vericidir.

Toplum hayatı birçok halde aracılığı gerekli kılar. Kendisinden aracı olması istenen kimse neye aracı olduğuna dikkat etmek mecburiyetindedir; çünkü neticeden onun da günah-sevap, fayda-zarar bakımlarından payı olacaktır.

86. Bir selam ile selamlandığınız zaman siz de ondan daha güzeli ile selamlayın; yahut aynı ile karşılık verin. Şüphesiz Allah, her şeyin hesabını arayandır.

Selam, müslümanlar arasında sevgi ve barış sağlayan, mevcut sevgi ve samimiyeti artıran güzel bir vasıtadır.

Selamı veren, sevgi ve iyi niyetini ifadede öncülük ettiğinden, selamı alan da bir-iki kelime fazlasıyla cevap vererek bu güzel davranışa karşılık vermelidir.

87. Allah -ki ondan başka hiçbir tanrı yoktur elbette sizi kıyamet günü toplayacaktır, bunda asla şüphe yoktur. Söz bakımından Allah’tan daha doğru kim vardır!
88. Size ne oldu da münafıklar hakkında iki gruba ayrıldınız? Halbuki Allah onları kendi ettikleri yüzünden baş aşağı etmiştir (küfürlerine döndürmüştür). Allah’ın saptırdığını doğru yola getirmek mi istiyorsunuz? Allah’ın saptırdığı kimse için asla (doğruya) yol bulamazsın!

Allah, peygamberler ve kitap göndererek insanların akıl ve iradelerine yardımcı olmuş, onlara hidayeti, yolların en doğrusunu göstermiş, ona davet etmiştir. Bütün bunlara rağmen aklını ters çalıştıran ve sapık yollara iradesiyle yönelen kimselerin sapmalarına da izin vermiş, iradelerine uygun neticeyi yaratmıştır. Allah’ın saptırması bu manadadır ve bunca inayete rağmen sapanları kimse yola getiremez.

89. Sizin de kendileri gibi inkâr etmenizi istediler ki onlarla eşit olasınız. O halde Allah yolunda göç edinceye kadar onlardan hiçbirini dost edinmeyin. Eğer yüz çevirirlerse onları yakalayın, bulduğunuz yerde öldürün ve hiçbirini dost ve yardımcı edinmeyin.
90. Ancak kendileriyle aranızda antlaşma bulunan bir topluma sığınanlar yahut ne sizinle ne de kendi toplumlarıyla savaşmak (istemediklerin) den yürekleri sıkılarak size gelenler müstesna. Allah dileseydi onları başınıza belâ ederdi de sizinle savaşırlardı. Artık onlar sizi bırakıp bir tarafa çekilir de sizinle savaşmazlar ve size barış teklif ederlerse bu durumda Allah size, onların aleyhinde bir yola girme hakkı vermemiştir.
91. Hem sizden hem de kendi toplumlarından emin olmak isteyen başkalarını da bulacaksınız. Bunlar her ne zaman fitneye götürülseler ona baş aşağı dalarlar (daldırılırlar). Eğer sizden uzak durmaz, sulh teklif etmez ve ellerini çekmezlerse onları yakalayın, rastladığınız yerde öldürün. İşte onlar üzerine sizin için apaçık yetki verdik.

Bu ayetlerde bahis mevzu olan kafirler Medine dışındaki münafıklardır. Bunların bir kısmı Mekke’de kalmış, hicret etmemiş ve müşriklerle işbirliği yapmışlardır; bunlar müslümanların düşmanı oldukları ve onlara karşı savaştıkları için bulundukları yerde imha edileceklerdir. Bir kısmı müslümanlar ile aralarında saldırmazlık antlaşması bulunan toplumlara sığınmışlar, diğer bir kısmı da hem müslümanlarla hem de kendi toplumlarıyla savaşmak istemeyip tarafsızlığı tercih etmişler ve müslümanlarla sulh yapmaya, iyi geçinmeye temayül göstermişlerdir. Bu son iki kısım kendi hallerine bırakılacak, onlarla savaşılmayacaktır.

92. Yanlışlıkla olması dışında bir müminin bir mümini öldürmeye hakkı olamaz. Yanlışlıkla bir mümini öldüren kimsenin, mümin bir köle azat etmesi ve ölenin ailesine teslim edilecek bir diyet vermesi gereklidir. Meğer ki ölünün ailesi o diyeti bağışlamış ola. (Bu takdirde diyet vermez). Eğer öldürülen mümin olduğu halde, size düşman olan bir toplumdan ise mümin bir köle azat etmek lâzımdır. Eğer kendileriyle aranızda antlaşma bulunan bir toplumdan ise ailesine teslim edilecek bir diyet ve bir mümin köleyi azat etmek gerekir. Bunları bulamayan kimsenin, Allah tarafından tevbesinin kabulü için iki ay peşpeşe oruç tutması lâzımdır. Allah her şeyi bilendir, hikmet sahibidir.
93. Kim bir mümini kasden öldürürse cezası, içinde ebediyen kalacağı cehennemdir. Allah ona gazap etmiş, onu lânetlemiş ve onun için büyük bir azap hazırlamıştır.

İslam ceza hukukuna göre bir müslümanı haksız yere ve bilerek öldüren kimsenin cezası kısas, yani idamdır. Bunu affetme salahiyeti yalnızca maktulün ailesine aittir; bunlar isterlerse kısas yerine diyet talep ederler ve isterlerse her ikisini de bağışlarlar. Bu takdirde devletin ta’zir yoluyla –daha hafif şekilde- cezalandırma salahiyeti vardır. Kısas ile ilgili ayet 2. Surede geçmiştir. (178-179). Buradaki ayet ise manevi ve uhrevi cezayı açıklamaktadır. Bu mümini yanlışlıkla; mesela av hayvanı zannederek veya muharip düşman sanarak… öldüren kimsenin de maddi ve manevi cezaları vardır; bu cezalar, maktulün mensup bulunduğu topluma göre değişmektedir. Maktulün ailesi müslüman ise öldürene iki ceza vardır: 1.Maktülün ailesine vereceği diyet; bu da yüz deve veya bunun başka mallardan karşılığı kadar bir meblağdır. Diyeti, öldürenin ailesi öder, bunların gücü yetmez ise devlete başvurur, maliyetinin ödenmesini talep ederler. 2.Yanlışlıkla da olsa bir hayata son verdiği için, bir mümin köleyi hürriyete kavuşturmak suretiyle topluma ilave edeceği hür bir hayat. Köle azat etmeye gücü yetmeyenler ise iki ay aralık vermeden oruç tutarlar. Maktulün ailesi müslümanlara düşman bir toplum ise, onlara mal vererek kuvvetlendirmek müslümanların aleyhine olacağı için diyet ödenmez.

94. Ey iman edenler! Allah yolunda savaşa çıktığınız zaman iyi anlayıp dinleyin. Size selam verene, dünya hayatının geçici menfaatine göz dikerek “Sen mümin değilsin” demeyin. Çünkü Allah’ın nezdinde sayısız ganimetler vardır. Önceden siz de böyle iken Allah size lütfetti; o halde iyi anlayıp dinleyin. Şüphesiz Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır.

Bir akın sırasında düşman bölgesinde bulunan bir kişi “La ilahe illallah Muhammedün Resulullah” deyip müslümanlara selam verdiği halde Üsame b. Zeyd tarafından –korkudan böyle davrandığı zannedilerek- katledilmiş ve sürüsü zapt edilmiş idi. Akın dönüşü, hadise Resulullah’a haber verilince çok üzülmüş, hiddetlenmiş ve “Kalbini yarıp baktınız da mı korkudan olduğunu anladınız!” diye çıkışmıştı. Üsame’nin pişman olması ve yalvarması üzerine Hz.Peygamber onun için istiğfar etmiş, Üsame’ye bir köle azat etmesini emretmiştir.

95. Müminlerden -özür sahibi olanlar dışında- oturanlarla malları ve canlarıyle Allah yolunda cihad edenler bir olmaz. Allah, malları ve canları ile cihad edenleri, derece bakımından oturanlardan üstün kıldı. Gerçi Allah hepsine de güzellik (cennet) vadetmiştir; ama mücahidleri, oturanlardan çok büyük bir ecirle üstün kılmıştır.
96. Kendinden dereceler, bağışlama ve rahmet vermiştir. Allah çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir.
97. Kendilerine yazık eden kimselere melekler, canlarını alırken: “Ne işde idiniz!” dediler. Bunlar: “Biz yeryüzünde çaresizdik” diye cevap verdiler. Melekler de: “Allah’ın yeri geniş değil miydi? Hicret etseydiniz ya!” dediler. İşte onların barınağı cehennemdir; orası ne kötü bir gidiş yeridir.
98. Erkekler, kadınlar ve çocuklardan (gerçekten) âciz olup hiçbir çareye gücü yetmeyenler, hiç bir yol bulamayanlar müstesnadır.
99. İşte bunları, umulur ki Allah affeder; Allah çok affedicidir, bağışlayıcıdır.
100. Allah yolunda hicret eden kimse yeryüzünde gidecek bir çok güzel yer ve bolluk (imkân) bulur. Kim Allah ve Resûlü uğrunda hicret ederek evinden çıkar da sonra kendisine ölüm yetişirse artık onun mükâfatı Allah’a düşer. Allah da çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir.

Medine’ye hicretten önce müslümanlar büyük acılar, işkenceler ve sıkıntılar çekmiş, bir kısmı bu sebeple Habeşistan’a göç etmişlerdi. Miladi 622 yılında Hz.Peygamber ve ashabı Medine’ye göçtüler. Allah ve Resulü uğruna her şeylerini geride bıraktılar. Medine’de yepyeni bir toplum ve devlet oluşturdular. Bu andan itibaren küfrün ve şirkin hakim bulunduğu yerlerden Medine’ye hicret farz oldu; gerçekten çaresiz, güçsüz ve bilgisiz olanlar dışında kalan her müslüman hicret ile mükellef kılındı. Göç imkanları olduğu halde imanlarını kurtarmaya ve İslam devletini takviye etmeye koşmayıp, evini barkını, yurdunu, eşini, dostunu, mal ve mülkünü tercih edenlerin ve çaresizlik bahanesiyle durumu idare edenlerin feci akıbetini ayet tasvir etmektedir. Bunlardan sonra sırayla, gerçekten aciz olanlar, hicrete teşebbüs edip de Medine’ye varamadan yolda ölenler ve hicret mükellefiyeti ortadan kalkmıştır. Ancak ayet, şartlar avdet ederse hicret mükellefiyetinin de avdet edeceğine işaret etmektedir.

101.Yeryüzünde sefere çıktığınız zaman kâfirlerin size kötülük etmelerinden endişe ederseniz, namazı kısaltmanızda size bir günah yoktur. Şüphesiz kâfirler, sizin apaçık düşmanınızdır.
102. Sen de içlerinde bulunup onlara namaz kıldırdığın zaman, onlardan bir kısmı seninle beraber namaza dursunlar, silahlarını (yanlarına) alsınlar, böylece (namazı kılıp) secde ettiklerinde (diğerleri) arkanızda olsunlar. Sonra henüz namazını kılmamış olan (bu) diğer gurup gelip seninle beraber namazlarını kılsınlar ve onlar da ihtiyat tedbirlerini ve silahlarını alsınlar. O kâfirler arzu ederler ki siz silahlarınızdan ve eşyanızdan gafil olsanız da üstünüze birden baskın yapsalar. Eğer size yağmurdan bir eziyet olur yahut hasta bulunursanız silahlarınızı bırakmanızda size günah yoktur. Yine de tedbirinizi alın. Şüphesiz Allah, kâfirler için alçaltıcı bir azap hazırlamıştır.
103. Namazı bitirince de ayakta, otururken ve yanınız üzerinde yatarken (daima) Allah’ı anın. Huzura kavuşunca da namazı dosdoğru kılın; çünkü namaz müminler üzerine vakitleri belli bir farzdır.

Bu üç ayet, yolculukta ve tehlikeli durumlarda namazın nasıl kılınacağını anlatmaktadır. Sünnet ve tatbikattan anlaşıldığına göre yolculuk halinde, dört rekatlı namazların kısaltılarak iki rekat kılınması için düşman tehlikesi şart değildir. Seksen ila doksan kilometrelik bir mesafeyi katetmek üzere yola çıkan her müslüman bu ruhsattan istifade eder. Düşman veya beklenen tehlike karşısında kılınan farz namazın ayette iki rekat olarak tarif edilmesi, ordunun aynı zamanda seferi olmasındandır. Bu durumda cemaatle namazın nasıl kılınacağı konusunda iki uygulama vardır. Hanefilere göre, birliklerin bir kısmı düşman karşısında dururken diğer kısmı gelip imamın arkasında namaza dururlar, birinci rekat tamam olunca yerlerine giderler, ikinci kısım gelir ve imamla bir rekat da onlar kılar, birinciler ile yer değişirler. Bu sırada imamın namazı tamamlanmıştır. Bunlar imamın arkasında imiş gibi (okumadan) namazlarını tamamlar ve yerlerine giderler. Diğer kısım ise gelerek veya yerlerinde –yetişemedikleri rekatı kılıyormuş gibi- okuyarak namazlarını tamamlarlar. Şafii ve Malikilere göre, birinci gurup imamla ilk rekatı kılınca imam ikinci rekatın kıyamında bekler, bunlar namazlarını tamamlayıp yerlerine giderler ve ikinci gurup gelir, imamla bir rekat kılarlar, imam son oturuşta onları bekler, kalkıp bir rekat daha kılarlar ve imamla beraber selam verirler.

Namaz en büyük zikirdir; Allah’ı anma şekillerinin en mükemmelidir. Aklı eren kimse için onu terk etmenin hemen hiçbir mazereti yoktur. Darlık zamanlarında ruhsatlar ve kolaylıklar vardır. Genişlik ve huzur zamanlarında ise vakit ve erkanına riayetle tam olarak kılınır. Allah’ı anmak yalnızca namaz haline münhasır olmamalı, müslüman her halinde Allah’ı anmaktan gafil bulunmamalıdır.

104. O (düşman) topluluğu takip etmekte gevşeklik göstermeyin. Eğer siz acı çekiyorsanız onlar da, sizin çektiğiniz gibi acı çekmektedirler. Üstelik siz Allah’tan, onların ümit etmedikleri şeyleri umuyorsunuz. Allah ilim ve hikmet sahibidir.
105. Allah’ın sana gösterdiği şekilde insanlar arasında hükmedesin diye sana Kitab’ı hak ile indirdik; hainlerden taraf olma!
106. Ve Allah’tan mağfiret iste, çünkü Allah, çok yarlığayıcı, ziyadesiyle esirgeyicidir.
107. Kendilerine hıyanet edenleri savunma; çünkü Allah hainliği meslek edinmiş günahkârları sevmez.
108. İnsanlardan gizler de Allah’tan gizlemezler. Halbuki geceleyin, O’nun razı olmadığı sözü düzüp kurarken O, onlarla beraber idi. Allah yaptıklarını kuşatıcıdır (O’nun ilminden hiçbir şeyi gizleyemezler).
109. Haydi siz dünya hayatında onlara taraf çıkıp savundunuz, ya kıyamet günü Allah’a karşı onları kim savunacak yahut onlara kim vekil olacak?
110. Kim bir kötülük yapar yahut nefsine zulmeder de sonra Allah’tan mağfiret dilerse, Allah’ı çok yarlığayıcı ve esirgeyici bulacaktır.
111. Kim bir günah kazanırsa onu ancak kendi aleyhine kazanmış olur. Allah her şeyi bilicidir, büyük hikmet sahibidir.
112. Kim kasıtlı veya kasıtsız bir günah kazanır da sonra onu bir suçsuzun üzerine atarsa, muhakkak ki, büyük bir iftira ve apaçık bir günah yüklenmiş olur.
113. Allah’ın sana lütfu ve esirgemesi olmasaydı, onlardan bir güruh seni saptırmaya yeltenmişti. Onlar yalnızca kendilerini saptırırlar, sana hiçbir zarar veremezler. Allah sana Kitab’ı ve hikmeti indirmiş ve sana bilmediğini öğretmiştir. Allah’ın lütfu sana gerçekten büyük olmuştur.

Bu ayetlerin, ibret verici bir geliş sebebi vardır. Medine yerlilerinden, Zafer oğullarından Tu’me, bir komşusunun zırhını çalmış, bir un dağarcığına saklayarak getirmiş, bir yahudinin evine gizlemişti. Halbuki dağarcık delikti ve bu delikten akan unlar, zırhın önce Tu’me’nin evine kadar geldiğini, sonra da yahudinin evine gittiğini gösteriyordu. Tu’me’yi sıkıştırdılar, müslüman olmasına rağmen çalmadığına yemin etti. Yahudiyi sorguya çektiler, o da “Bunu bana Tu’me verdi” dedi ve bazı yahudiler buna şahitlik ettiler. Zafer oğulları, aile namusu belasına, gelip Resulullah’a “Tu’me’yi berat ettirmesi için ısrar ettiler; Hz. Peygamber de bu durum ve Tu’me’nin yemini karşısında düşündü, arkasından yukarda meallerini okuduğumuz ayetler indi.

114. Onların fısıldaşmalarının birçoğunda hayır yoktur. Ancak bir sadaka yahut bir iyilik yahut da insanların arasını düzeltmeyi isteyen (in fısıldaşması) müstesna. Kim Allah’ın rızasını elde etmek için bunu yaparsa, biz ona yakında büyük bir mükâfat vereceğiz.
115. Kendisi için doğru yol belli olduktan sonra, kim Peygamber’e karşı çıkar ve müminlerin yolundan başka bir yola giderse, onu o yönde bırakırız ve cehenneme sokarız; o ne kötü bir yerdir.

Yukarıda hikayesi anlatılan Tu’me’nin taraftarları toplantılar yaparak aralarında gizli gizli konuşmuş, onu berat ettirmenin yollarını aramışlardı. Teşebbüslerine rağmen Resulullah onun lehinde hükmetmeyince de Tu’me Mekke’ye firar ve irtidat etmişti. Daha sonra hırsızlığına devam ederken yıkılan bir duvarın altında kalarak ölmüştür.

116. Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz; ondan başka günahları dilediği kimse için bağışlar. Kim Allah’a ortak koşarsa büsbütün sapıtmıştır.

İlgili hadislerle bu ve benzeri ayetlerin birlikte değerlendirilmesi sonunda anlaşılan odur ki, Allah Teala zerre kadar iman ile ahirete intikal eden müminleri bile ya bir müddet cezalandırdıktan sonra, yahut tevbe, keffaret, iyi ameller, musibetlere sabır gibi sebeplerle, yahut da böyle bir sebebe dayanmaksızın affetmekte, bağışlamaktadır. İmansız olarak, inkar ve şirk içinde hayatını tamamlayanları ise bağışlamayacağı bu ayetten kesin olarak ortaya çıkmıştır.

117. Onlar (müşrikler) O’nu bırakıp yalnızca bir takım dişilerden (dişi isimli tanrılardan) istiyorlar, ancak inatçı şeytandan dilekte bulunuyorlar.

Dua etmek, dilek ve istekte bulunmak ibadettir, ancak Allah’ın vereceği ve yalnızca O’ndan istenecek şeyleri başkasından dilemek ise şirk alametidir.

118. Allah onu (şeytanı) lânetlemiş; o da: “Yemin ederim ki, kullarından belli bir pay edineceğim” demiştir.
119. “Onları mutlaka saptıracağım, muhakkak onları boş kuruntulara boğacağım, kesinlikle onlara emredeceğim de hayvanların kulaklarını yaracaklar (putlar için nişanlayacaklar), şüphesiz onlara emredeceğim de Allah’ın yarattığını değiştirecekler” (dedi). Kim Allah’ı bırakır da şeytanı dost edinirse elbette apaçık bir ziyana düşmüştür.

Allah’ın yarattıklarını değiştirmek, canlıların tabii şekil ve özelliklerini değiştirmek demektir. Hayvanların gereksiz yere kulak ve kuyruklarını kesmek; kaşları, dişleri… süsleme maksadıyla değiştirmek bu kabildendir ve yasaklanmıştır. Tabiatın dengesini bozan davranış, kullanma ve teknoloji de aynı çerçeveye girmektedir.

120. (Şeytan) onlara söz verir ve onları ümitlendirir; halbuki şeytanın onlara söz vermesi aldatmacadan başka bir şey değildir.
121. İşte onların yeri cehennemdir; ondan kaçıp kurtulacak bir yer de bulamayacaklardır.
122. İman eden ve iyi işler yapanları, içinde ebedî kalmak üzere, zemininden ırmaklar akan cennetlere koyacağız. Allah, (bu söylenenleri) hak bir söz olarak vâdetti. Söz verme ve onu tutma bakımından kim Allah’tan daha doğru olabilir?
123. Ne sizin kuruntularınız ne de ehl-i kitabın kuruntuları (gerçektir); kim bir kötülük, yaparsa onun cezasını görür ve kendisi için Allah’tan başka dost da, yardımcı da bulamaz.
124. Erkek olsun, kadın olsun, her kim de mümin olarak iyi işler yaparsa, işte onlar cennete girerler ve zerre kadar haksızlığa uğratılmazlar.

İnsanların gerek sosyal ve ahlaki değerleri, gerekse davranışlarına göre elde edecekleri neticeler, Allah ve Resulü tarafından açıklanmıştır. Buna göre, kimin kimden üstün olduğu, kimin doğru yolda, kimin yanlış yolda bulunduğu… kuruntu ve temennilerle değil, ilahi beyanla anlaşılacak; ilahi değerler sistemine göre ölçüler tesbit edilecektir.

125. İşlerinde doğru olarak kendini Allah’a veren ve İbrahim’in, Allah’ı bir tanıyan dinine tâbi olan kimseden dince daha güzel kim vardır? Allah İbrahim’i dost edinmiştir.

Peygamberler, Allah’ın elçileri olma bakımından farksız olmakla beraber bazı özellik ve imtiyazlarıyla birbirinden farklıdırlar. Bu cümleden olarak Hz.Musa’ya “kelimullah”, Hz.İsa’ya “ruhullah”, Hz.Muhammed Mustafa’ya “habibullah” denildiği gibi, Hz.İbrahim’e de “halilullah” denilmiş ve yukarıdaki ayet bu vasıflamaya kaynak olmuştur.

126. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah’ındır ve Allah her şeyi kuşatmıştır. (Hiçbir şey O’nun ilim ve kudretinin dışında kalamaz).
127. Senden kadınlar hakkında fetva istiyorlar. De ki, onlara ait hükmü size Allah açıklıyor: Kitap’ta, kendileri için yazılmışı (mirası) vermeyip nikâhlamak istediğiniz yetim kadınlar, çaresiz çocuklar ve yetimlere karşı âdil davranmanız hakkında size okunan âyetler (Allah’ın hükmünü apaçık ortaya koymaktadır). Hayırdan ne yaparsanız şüphesiz Allah onu bilmektedir.
128. Eğer bir kadın kocasının geçimsizliğinden yahut kendisinden yüz çevirmesinden endişe ederse, aralarında bir sulh yapmalarında onlara günah yoktur. Sulh (daima) hayırlıdır. Zaten nefisler kıskançlığa hazırdır. Eğer iyi geçinir ve Allah’tan korkarsanız şüphesiz Allah yaptıklarınızdan haberdardır.

Evlilikte uyum ve geçim karşılıklı fedakarlıkla olur. Ancak insanlarda kıskançlık ve bencillik meyli tabii olduğundan herkes fedakarlığı karşı taraftan bekler. Sulh ve anlaşma iki tarafın bazı istek ve haklarından vazgeçmesi ve fedakarlık etmesi ile gerçekleşir; bu ise, geçimsizliğin sürüp gitmesinden veya ayrılmaktan daha hayırlıdır.

129. Üzerine düşüp uğraşsanız da kadınlar arasında âdil davranmaya güç yetiremezsiniz; bâri birisine tamamen kapılıp da diğerini askıya alınmış gibi bırakmayın. Eğer arayı düzeltir, günahtan sakınırsanız Allah şüphesiz çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir.

Birden fazla kadınla evli bulunan erkek, eşleri arasında eşit ve adil davranmak mecburiyetindedir. Ancak bazı hususlar vardır ki bunlarda eşitliği korumak insanın tabiatına aykırıdır; mesela iki eşi aynı derecede beğenmek ve sevmek mümkün değildir; bu sebeple de erkekler bununla mükellef kılınmamışlar, isteseler de bunu yapamayacakları kendilerine bildirilmiştir. Buna mukabil elde olan, maddi sayılabilecek haklarda, nimet ve imkanlarda adalet şarttır; beraber kalma müddeti, mesken, giyecek, yiyecek ve diğer imkanları burada örnek olarak zikretmek mümkündür.

130. Eğer (eşler) birbirinden ayrılırsa Allah, bol nimetinden her birini zenginleştirir (diğerine muhtaç olmaktan kurtarır); Allah’ın lütfu geniş, hikmeti büyüktür.

Bütün tedbirlere rağmen evlilik yürümüyorsa, ev cehenneme dönmüşse yoksulluk ve çaresizliğe düşme korkusu ile bu cehenneme katlanmak gerekmez; Allah nice kapılar açar.

131. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah’ındır. Sizden önce kendilerine Kitap verilenlere ve size “Allah’tan korkun” diye emrettik. Eğer inkâr ederseniz biliniz ki göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah’ındır. Allah hudutsuz zengindir, ziyadesiyle övgüye lâyıktır.
132. Göklerde ve yerde olanlar Allah’ındır. Vekil olarak Allah yeter.
133. Ey insanlar! Allah dilerse sizi yokluğa gönderip başkalarını getirir; Allah buna kadirdir.

Beka ve ebedilik Allah’a mahsustur. Gerçek manada varlık da O’na aittir. Kulların vücut ve varlığı O’nun lütfu, O’nun emanetidir. Emanete hıyanet ve Allah’a isyanda ısrar edilirse bütün emanetlerin, bu arada vücut ve varlığın geri alınması kaçınılmaz hale gelir.

134. Kim dünya mükâfatını isterse (bilsin ki) dünyanın da ahiretin de mükâfatı Allah katındadır. Allah her şeyi işiten ve her şeyi görendir.
135. Ey iman edenler! Adaleti titizlikle ayakta tutan, kendini, ana-babanız ve akrabanız aleyhinde de olsa Allah için şahitlik eden kimseler olun. (Haklarında şahitlik ettikleriniz) zengin olsunlar, fakir olsunlar Allah onlara (sizden) daha yakındır. Hislerinize uyup adaletten sapmayın, (şahitliği) eğer, büker (doğru şahitlik etmez), yahut şâhidlik etmekten kaçınırsanız (biliniz ki) Allah yaptıklarınızdan haberdardır.

Ayette insanları adaletten ayıran iktisadi, sosyal, psikolojik sebeplerin hepsi sayılarak insanlar uyarılmış, hükmeden veya şahitlik eden kimsenin yalnızca Allah korkusunun tesiri altında hareket etmesi telkin edilmiştir.

136. Ey iman edenler! Allah’a, Peygamberine, Peygamberine indirdiği Kitab’a ve daha önce indirdiği kitaba iman (da sebat) ediniz. Kim Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve kıyamet gününü inkâr ederse tam manasıyle sapıtmıştır.
137. İman edip sonra inkâr edenleri, sonra yine iman edip tekrar inkâr edenleri, sonra da inkârlarını arttıranları Allah ne bağışlayacak, ne de onları doğru yola iletecektir.

Bunlar gönüllerinde bir türlü iman yer etmeyen, kararsızlık içinde, inkar ile iman arasında sallanarak ömür geçiren, sonunda da inkarda karar kılan kafirler ve münafıklardır.

138. Münafıklara, kendileri için acı bir azap olduğunu müjdele!
139. Müminleri bırakıp da kâfirleri dost edinenler, onların yanında izzet (güç ve şeref) mi arıyorlar? Bilsinler ki bütün izzet yalnızca Allah’a aittir.
140. O (Allah), Kitap’ta size şöyle indirmiştir ki: Allah’ın âyetlerinin inkâr edildiğini yahut onlarla alay edildiğini işittiğiniz zaman, onlar bundan başka bir söze dalıncaya (konuya geçinceye) kadar kâfirlerle beraber oturmayın; yoksa siz de onlar gibi olursunuz. Elbette Allah, münafıkları ve kâfirleri cehennemde bir araya getirecektir.

Gerek milletlerarası münasebetlerde ve gerekse fertler ve topluluklar arası münasebetlerde müminler daima müminlerin yanında yer alacak, güç, kuvvet ve şerefi bu beraberlikte arayacaklardır. Kendilerini korumak veya güçlenmek için kafirlere başvuran milletler küçüldükleri gibi, fertler de manevi değerlerinden kayıp verirler. Eğer beraberlik zaruri hale gelirse bu takdirde müminler, en azından dinleri aleyhinde konuşulurken meclisi terketmek suretiyle durumu protesto edecek, dinlerini korumak için gerekli tedbirleri alacaklardır.

141. Sizi gözetleyip duranlar, eğer size Allah’tan bir zafer (nasib) olursa, “Sizinle beraber değil miydik?” derler. Kâfirlerin (zaferden) bir nasipleri olursa (bu sefer de onlara), “Sizi yenip (öldürebileceğimiz halde öldürmeyip) müminlerden korumadık mı?” derler. Artık Allah kıyamet gününde aranızda hükmedecektir ve kâfirler için müminler aleyhine asla bir yol vermeyecektir.
142. Şüphesiz münafıklar Allah’a oyun etmeye kalkışıyorlar; halbuki Allah onların oyunlarını başlarına çevirmektedir. Onlar namaza kalktıkları zaman üşenerek kalkarlar, insanlara gösteriş yaparlar, Allah’ı da pek az hatıra getirirler.
143. Bunların arasında bocalayıp durmaktalar,ne onlara (bağlanıyorlar) ne bunlara. Allah’ın şaşırttığı kimseye asla bir (çıkar) yol bulamazsın.
144. Ey iman edenler! Müminleri bırakıp da kâfirleri dost edinmeyin; (bunu yaparak) Allah’a, aleyhinizde apaçık bir delil mi vermek istiyorsunuz?

Kafirleri ve müşrikleri dost edinememe konusu Kur’an-ı Kerim’de sık sık zikredilen ve üzerinde durulan bir konudur. Yahudi ve Hıristiyanların müminlere dost olamayacağı, müslümanların da onları dost edinmemeleri gerektiği ısrarla belirtilmiştir. Zaruret sebebiyle işbirliği ve dayanışma yapılabilir; ancak bu, dostluktan farklı bir ilişkidir.

145. Şüphe yok ki münafıklar cehennemin en alt katındadırlar. Artık onlara asla bir yardımcı bulamazsın.
146. Ancak tevbe edip hallerini düzeltenler, Allah’a sımsıkı sarılıp dinlerini (ibadetlerini) yalnız onun için yapanlar başkadır. İşte bunlar (gerçekte) müminlerle beraberdirler ve Allah müminlere yakında büyük mükâfat verecektir.
147. Eğer siz iman eder ve şükrederseniz, Allah size neden azap etsin! Allah şükre karşılık veren ve her şeyi bilendir.

Dinin samimi bağlıları yanında hemen her zaman, menfaatleri icabı inanmış görünen, vaziyeti kurtarmak için zahiren müminlerin yanında bulunan kimseler vardır; bunlara “münafıklar” denir. Allah, dünyada değilse bile ahirette münafıkların sahte örtüsünü kaldıracak, namert kafirler oldukları için onları cehennemin dibine koyacak, haklarında hiçbir şefaati kabul etmeyecektir. 146. ayet, münafıklıktan tevbe edip vazgeçenlerin üç vasfından bahsediyor ki bunlar aynı zamanda imandaki samimiyetin şart ve alametleridir: 1.Yalnızca sözle yetinmeyip halini düzeltmek, 2.Allah’a ve O’nun Kitap ve Sünnet’te tecelli eden iradesine sımsıkı bağlanmak, 3.Dini hayatını insanların rızası ve dünya menfaatleri için değil, yalnızca Allah rızası için yaşamak. İşte bunlar samimi ve sağlam bir imanın tabii neticeleridir.

148. Allah kötü sözün açıkça söylenmesini sevmez; ancak haksızlığa uğrayan başka. Allah her şeyi işitici ve bilicidir.

Çirkin söz, arkadan çekiştirme, söz taşıma, jurnal etme, yalan, iftira… kötü sözler cümlesindendir. Bunlar insanın içinden geçebilirse de başkasına açıklamak ve haksızlık gören kimse, ya ıslah etmek yahut da suçlunun ceza görmesini sağlamak maksadıyla bunu açıklamak mecburiyetindedir, buna izin verilmiştir.

149. Bir iyiliği açıklar yahut gizlerseniz veya bir kötülüğü (açıklamayıp) affederseniz, şüphesiz Allah da ziyadesiyle affedici ve kadirdir.
150. Allah’ı ve peygamberlerini inkâr edenler ve (inanma hususunda) Allah ile peygamberlerini birbirinden ayırmak isteyip “Bir kısmına iman ederiz ama bir kısmına inanmayız” diyenler ve bunlar (iman ile küfür) arasında bir yol tutmak isteyenler yok mu;
151. İşte gerçekten kâfirler bunlardır. Ve biz kâfirlere alçaltıcı bir azap hazırlamışızdır.
152. Allah’a ve peygamberlerine iman eden ve onlardan hiçbirini diğerlerinden ayırmayanlara (gelince) işte Allah onlara bir gün mükâfatlarını verecektir. Allah çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir.
153. Ehl-i kitap senden, kendilerine gökten bir kitap indirmeni istiyor. Onlar Musa’dan, bunun daha büyüğünü istemişler de, “Bize Allah’ı apaçık göster” demişlerdi. Zulümleri sebebiyle hemen onları yıldırım çarptı. Bilâhare kendilerine açık deliller geldikten sonra buzağıyı (tanrı) edindiler. Biz bunu da affettik. Ve Musa’ya apaçık delil (ve yetki) verdik.

“Bize Allah’ı apaçık göster” demişlerdi. Zulümleri sebebiyle hemen onları yıldırım çarptı. Bilahare kendilerine açık deliller geldikten sonra buzağıyı (tanrı) edindiler. Biz bunu da affettik. Ve Musa’ya apaçık delil (ve yetki) verdik.

154. Söz vermeleri (ni takviye) için Tûr’u başlarına diktik de onlara, “Baş eğerek kapıdan girin” dedik, “Cumartesi günü sınırı aşmayın” dedik. Kendilerinden sağlam söz aldık.

Yahudi ve Hıristiyanların Hz. Peygamber’den olmayacak şeyler istemeleri şeyler istemeleri ve bir türlü hakkı kabule yanaşmamaları karşısında Allah Teala ehl-i kitabın geçmişini anlatarak bunların, başka peygamberlere de böyle davrandıklarını, daha ağır ve olmayacak tekliflerde bulunduklarını, Hz.Musa vasıtasıyla kendilerine sunulan nice delillere rağmen yine saptıklarını anlatarak Hz.Peygamber (s.a.)i hem teselli etmekte hem de azmini desteklemektedir.

155. Sözlerinden dönmeleri, Allah’ın âyetlerini inkâr etmeleri, haksız yere peygamberleri öldürmeleri ve “Kalplerimiz kılıflanmıştır” demeleri sebebiyle (onları lânetledik, türlü belâlar verdik. Onların kalpleri kılıflı değildir;) tam aksine küfürleri sebebiyle Allah o kalpler üzerine mühür vurmuştur; pek azı müstesna artık iman etmezler.
156. Bir de inkâr etmelerinden ve Meryem’in üzerine büyük bir iftira atmalarından;
157. Ve “Allah elçisi Meryem oğlu İsa’yı öldürdük” demeleri yüzünden (onları lânetledik). Halbuki onu ne öldürdüler, ne de astılar; fakat (öldürdükleri) onlara İsa gibi gösterildi. Onun hakkında ihtilâfa düşenler bundan dolayı tam bir kararsızlık içindedirler; bu hususta zanna uymak dışında hiçbir (sağlam) bilgileri yoktur ve kesin olarak onu öldürmediler.

Allah Teala Nuh’u tufandan, İbrahim’i ateşten, Musa’yı Firavun’dan, Muhammed Mustafa’yı müşriklerin tuzağından koruyup kurtardığı gibi İsa’yı da, onu öldürmek isteyen yahudilerin elinden kurtarmış, Hz.İsa’ya ihanet ederek bulunduğu yeri askerlere gösteren kişiyi İsa’ya benzeterek öldürtmüştür.

158. Bilâkis Allah onu (İsa’yı) kendi nezdine kaldırmıştır. Allah izzet ve hikmet sahibidir.
159. Ehl-i kitaptan her biri, ölümünden önce ona muhakkak iman edecektir. Kıyamet gününde de o, onlara şahit olacaktır.

Allah, peygamberi İsa’yı yahudilerden korumuş, öldürmelerine mani olmuştur; bu kesindir. Onu kendi katına kaldırmış bulunduğu da şüphesizdir. Ancak bunun şekli ve zamanı üzerinde farklı açıklamalar ve anlayışlar vardır. Çoğunluğa göre Allah onu, kudretiyle manevi semalardaki hususi mevkiine kaldırmıştır, kıyametten önce tekrar dünyaya gönderecektir, o zaman bütün ehl-i kitap onun peygamber olduğuna inanacak batıl inançlarından kurtulacaklardır. Hz. İsa dünyada kaldığı müddetçe Kur’an ile hükmedecek, haç, domuz vb. ile ilgili batıl uygulamalara son verecektir. Bir başka anlayışa göre Allah onu yahudilerden korumuş, eceli gelince onu vefat ettirmiş ve ruhunu semadaki yerine kaldırmıştır. Kıyametten önce gelecek olan da onun ruhudur. Ehl-i kitaptan olanlar, ölümlerinden önce gerçeği öğrenip inanacaklardır, fakat bunun faydası olmayacaktır. Bu anlayış üçüncü surenin 54-56. Ayetlerine dayandırılmıştır.

160. Yahudilerin yaptıkları zulümden, bir de çok kimseyi Allah yolundan çevirmelerinden, menetmelerinden dolayı kendilerine (daha önce) helâl kılınmış bulunan temiz ve iyi şeyleri onlara haram kıldık.
161. Menedildikleri halde faizi almalarından ve haksız (yollar) ile insanların mallarını yemelerinden dolayı içlerinden inkâra sapanlara acı bir azap hazırladık.
162. Fakat içlerinden ilimde derinleşmiş olanlar ve müminler, sana indirilene ve senden önce indirilene iman edenler, namazı kılanlar, zekâtı verenler; Allah’a ve ahiret gününe inananlar var ya; işte onlara pek yakında büyük mükâfat vereceğiz.
163. Biz Nuh’a ve ondan sonraki peygamberlere vahyettiğimiz gibi sana da vahyettik. Ve (nitekim) İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a, esbâta (torunlara), İsa’ya, Eyyûb’e, Yunus’a, Harun’a ve Süleyman’a vahyettik. Davud’a da Zebûr’u verdik.

Peygamber kendisine vahiy gelen büyük insandır. Bu vahyi insanlara tebliğ ile mükellef olanlarına elçi manasında “resul” denir. Vahiy Allah’ın kullarına, dilediğini söylemesi ve bildirmesi için seçtiği özel bir iletişim yoludur. Melek aracılığı ile olduğu gibi aracısız da olabilir. Vahye mazhar olan peygamber kendisinde, Allah’tan olduğunda asla şüphe etmediği bir bilgi ve aydınlanma bulur. Ayette geçen “torunlar”dan maksat Yakup peygamberin çocukları ve torunlarıdır.

164. Bir kısım peygamberleri sana daha önce anlattık, bir kısmını ise sana anlatmadık. Ve Allah Musa ile gerçekten konuştu.

Hadislerde yüz binlerce peygamber gelip geçtiği bildirilmiştir. Bu ayet de sayı vermeden aynı gerçeği dile getirmektedir. Buna göre yeryüzünde insanların bulunduğu yerlere her zaman, ilahi mesajı ulaştırmak üzere çok sayıda peygamberin gönderildiği anlaşılmaktadır.

165. (Yerine göre) müjdeleyici ve sakındırıcı olarak peygamberler gönderdik ki insanların peygamberlerden sonra Allah’a karşı bir bahaneleri olmasın! Allah izzet ve hikmet sahibidir.
166. Fakat Allah sana indirdiğine şahitlik eder; onu kendi ilmi ile indirdi. Melekler de (buna) şahitlik ederler. Ve şahit olarak Allah kâfîdir.
167. İnkâr eden ve (başkalarını da) Allah yolundan alıkoyanlar şüphesiz doğru yoldan çok uzaklaşmışlardır.
168. İnkâr edip zulmedenleri Allah asla bağışlayacak değildir. Onlan (başka) bir yola iletecek de değildir.
169. Ancak orada ebedî kalmak üzere cehennem onları yoluna (iletecektir). Bu da Allah’a çok kolaydır.
170. Ey insanlar! Resûl size Rabbinizden gerçeği getirdi (bunda şüphe yoktur), şu halde kendi iyiliğinize olarak (ona) iman edin. Eğer inkâr ederseniz, göklerde ve yerde ne varsa şüphesiz hepsi Allah’ındır. (O’nun sizin inanmanıza ihtiyacı yoktur). Allah geniş ilim ve hikmet sahibidir.
171. Ey ehl-i kitap! Dininizde aşırı gitmeyin ve Allah hakkında, gerçekten başkasını söylemeyin. Meryem oğlu İsa Mesîh, ancak Allah’ın resûlüdür, (o) Allah’ın, Meryem’e ulaştırdığı “kün: Ol” kelimesi(nin eseri)dir, O’ndan bir ruhtur. (O’nun tarafından gönderilmiş, yahut teyit edilmiş, yahut da Cebrail tarafından üfürülmüş bir ruhtur). Şu halde Allah’a ve peygamberlerine iman edin. “(Tanrı) üçtür” demeyin, sizin için hayırlı olmak üzere bundan vazgeçin. Allah ancak bir tek Allah’tır. O, çocuğu olmaktan münezzehtir. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nundur. Vekil olarak Allah yeter.

Hıristiyanlar bir türlü Allah’ın birliği (tevhid) inancına gelememiş, Allah ile peygamberini birbirinden ayıramamışlardır. Hz. Musa ve Hz. İsa, ehl-i kitaba tevhid inancını getirdiği halde, sonradan sapan bu toplumlar Hatemü’l-enbiya’nın sağlam ve aydınlatıcı açıklamalarına rağmen, çoğu itibariyle, gerçeği kabul etmemişlerdir. Hıristiyanlar: “Allah, baba, oğul ve ruhu’l-kudüs’ten ibaret olmak üzere üçtür”, yahut “Allah üç unsurdan meydana gelmiştir, bunların üçü dü birbirinin aynıdır, her biri tam ilahtır ve üçü birden bir tek tanrıdır” diyerek çelişkiye düşerler. Yukarıdaki ayetler onları, gerçek Allah inancı üzerinde aydınlatmak üzere gelmiştir. Ayette Hz.İsa için “Allah’tan bir ruh” ve “Allah’ın kelimesi” denilmiştir. Al-i İmran suresinin 45-47. Ayetlerinde ikinci vasıf açıklanmış, bundan maksadın, Allah’ın “Ol” demesinden ibaret bulunduğu bildirilmiş, Hz.İsa’nın mucizevi bir şekilde yaratıldığı beyan edilmiştir. Meryem suresinin 17. Ayetinden itibaren de birinci vasıf açıklanmış, “Ruh”un, Cebrail olduğuna işaret edilmiştir.

172. Ne Mesîh ve ne de Allah’a yakın melekler, Allah’ın kulu olmaktan geri dururlar. O’na kulluktan geri durup büyüklenen kimselerin hepsini (Allah) yakında huzuruna toplayacaktır.
173. İman edip iyi işler yapanlara (Allah) ecirlerini tam olarak verecek ve onlara lütfundan daha fazlasını da ihsan edecektir. Kulluğundan yüz çeviren ve kibirlenenlere gelince onlara acı bir şekilde azap edecektir. Onlar, kendileri için Allah’tan başka ne bir dost ve ne de bir yardımcı bulurlar. (Kendilerini Allah’ın azabından kurtaracak bir kimse bulamazlar.)
174. Ey insanlar! Şüphesiz size Rabbinizden kesin bir delil geldi ve size apaçık bir nur indirdik.

Kesin delil Resulullah, nur ise Kur’an-ı Kerim’dir.

175. Allah’a iman edip O’na sımsıkı sarılanlara gelince, Allah onları kendinden bir rahmet ve lütuf (deryası) içine daldıracak ve onları kendine doğru (giden) bir yola götürecektir.
176. Senden fetva isterler. De ki: “Allah, babası ve çocuğu olmayan kimsenin mirası hakkındaki hükmü şöyle açıklıyor: Eğer çocuğu olmayan bir kimse ölür de onun bir kızkardeşi bulunursa, bıraktığının yarısı bunundur. Kızkardeş ölüp çocuğu olmazsa erkek kardeş de ona vâris olur. Kızkardeşler iki tane olursa (erkek kardeşlerinin) bıraktığının üçte ikisi onlarındır. Eğer erkekli kadınlı daha fazla kardeş mevcut ise erkeğin hakkı, iki kadın payı kadardır. Şaşırmamanız için Allah size açıklama yapıyor. Allah her şeyi bilmektedir.

Surenin başlarında 12. ayette geçen kardeşler ana bir kardeşler idi. Buradaki kardeşler ise ana-baba bir ve baba bir kardeşlerdir.


 

BU SUREYLE İLGİLİ ÖNEMLİ BİLGİLER

Adı:
“Nisâ” kadınlar demektir. Bu sûrede daha çok kadından, cemiyet içinde kadınların hukukî ve içtimaî yer ve değerlerinden bahsedildiği için adına “Nisâ” denmiştir.

 

Nüzul zamanı:
Bu sure, muhtemelen H. 3. yılın sonları ile H. 4. yılın sonları veya H. 5. yılın başları arasında geçen dönem boyunca nazil olan birçok bölümden oluşmaktadır. Nüzul tarihlerini kesin olarak belirlemek oldukça zor olmasına rağmen, ayetlerde verilen emirler, zikredilen olaylar ve bu ayetlerle ilgili hadisler sayesinde doğru olması muhtemel bir nüzul dönemi belirlemek mümkündür. Bunu birkaç örnek olayla açıklayabiliriz.
a) Şehitlerin miraslarının paylaştırılması ve yetimlerin haklarının korunması ile ilgili emirlerin, 70 müslümanın şehid edildiği Uhud savaşından sonra verildiğini biliyoruz. O zaman tabiî olarak Medine’deki birçok ailede şehitlerin mirasının paylaştırılması ve yetimlerin haklarının korunmasıyla ilgili sorunlar ortaya çıkmıştı. Bundan yola çıkarak 1-28. ayetlerin bu dönemde indirildiği sonucuna varabiliriz.
b) Hadislerden öğrendiğimize göre savaşta namazla (korku namazı) ilgili emirler H. 4. yılda yapılan Zatü’r-Rika seferi sırasında verilmiştir. O halde 102. ayeti içeren bölümün bu sefer sırasında nazil olduğunu söyleyebiliriz.
c) Yahudilere yapılan son uyarı (47. ayet) , Beni Nadir kabileleri H. 4. yılın Rebiü’l-Evvel ayında Medine’den çıkarılmadan önce yapılmıştır. Bu nedenle 47. ayeti içeren bölümün bu olaydan bir müddet önce indirildiğini söylememizde hiçbir sakınca yoktur.
d) Teyemmümle (su bulunmadığında, temiz toprak kullanarak abdest alma) ilgili izin, H. 5. yılda Beni Mustalık’a karşı yapılan seferde verilmiştir. O halde 43. ayeti içeren bölümün H. 5. yılda nazil olması muhtemeldir.

Konular ve Surenin Arkaplanı: Şimdi de sureyi anlayabilmek için o dönemin sosyal ve tarihî durumuna bir göz atalım. Bu suredeki bütün bölümler, Hz. Peygamber’in (s.a) o dönemde karşılaştığı üç temel meseleyle ilgilidir. İlk olarak, Hz. Peygamber (s.a) , Medine’ye hicret ettikten sonra oluşan İslâm topluluğunun düzenlenmesi ve gelişmesi ile uğraşıyordu. Bu amaçla, İslâm-öncesi dönemdeki değerlerin yerine ahlakî, kültürel, sosyal, ekonomik ve politik yeni değerler ortaya koyuyordu. O’nun dikkat ve çabasını yönelttiği bir diğer sorun da kendi davetini reddeden müşrik Araplar, Yahudi kabileleri ve münafıklarla, müslüman topluluk arasındaki savaştı. Üçüncüsü, her şeyin ötesinde, O, kötü güçlerin tüm karşı çıkışlarına rağmen İslâm’ı yaymak ve gün geçtikçe daha çok kişiyi İslâm’a kavuşturmak zorundaydı.
Bu nedenle, bu surede Bakara suresinde verilenlerin devamı niteliğinde, İslâm toplumunu güçlendiren ve birbirine bağlama işlevini gören, ayrıntılı emir ve tavsiyeler yer alır. Aile kurumunun iyi işlemesi ve aile kavgalarını çözümlenmesini sağlayan prensipler öğretilir. Evlilik kuralları, karı ve kocanın karşılıklı ve eşit hakları belirlenir. Kadının toplumdaki statüsü ortaya konur ve yetimlerin haklarının ne olması gerektiği bildirilir; mirasın paylaştırılması için gerekli olan kanun ve düzenlemeler ortaya konur ve ekonomik faaliyetleri yeniden düzenleyen emirler verilir. Ceza hukukunun temelleri kurulur; içki içmek yasaklanır, temizlik ve paklıkla ilgili emirler verilir. Müslümanlara, salih bir insanın Allah’la ve diğer insanlarla nasıl bir ilişki içinde olması gerektiği öğretilir. İslâm toplumunda disiplinin sağlanması ve devam ettirilmesi için gerekli olan emirler verilir.
Müslümanlara ders vermek ve onların Ehli Kitabı takip etmemeleri konusunda uyarmak için, Ehli Kitabın ahlâkî ve dinî durumu tekrarlanır. Münafıkların durumu eleştirilir ve müslümanların onları gerçek müslümanlardan ayırdedebilmesini sağlamak için münafıklık ile gerçek imanın belirgin özellikleri anlatılır.
Uhud savaşı sonrasında ortaya çıkan durumu düzeltmek için, müslümanları düşmanlara karşı cesurca savaşmaya teşvik eden bölümler indirilmiştir. Çünkü savaştaki yenilgi, müşrik Arap kabilelerini, komşu Yahudi kabilelerini ve münafıkları çok cesaretlendirmişti ve bu düşman kabileler, müslümanları her taraftan tehdit ediyorlardı. Bu kritik durumda Allah müslümanlara cesaret verdi ve onlara bu tip savaş rüzgarları eserken gerekli olan emir ve tavsiyelerde bulundu.
Münafıklar ve imanı zayıf olan müslümanlar tarafından yayılan korkunç söylentilerin etkisini hafifletmek için, müminlere bu söylentilerin kaynağını iyice araştırmaları ve bunları sorumlu ve yetkili kişilere haber vermeleri tavsiye edilmektedir. Bunun yanısıra müminler, bazı seferler sırasında abdest almak vs. için gereken suyu bulamadıklarından dolayı namazlarını eda etmekte güçlük çekiyorlardı. Burada, bu gibi durumlarda temiz toprakla abdest almalarına (teyemmüm) ve namazı kısaltmalarına veya herhangi bir tehlikeyle karşı karşıya kaldıklarında “korku namazı” kılmalarına izin verilmektedir. Ayrıca surede kâfir ve çoğunlukla da düşman Arap kabileleri arasında yaşayan müminlerin problemleriyle ilgili çözümler ve emirler de getirilmektedir. Onlara, İslâm yurdu olan Medine’ye hicret etmeleri tavsiye edilmektedir.
Bu sure aynı zamanda, müslümanlarla yaptıkları barış anlaşmalarına rağmen, düşmanca ve haince davranışlarda bulunan Beni Nadir kabilesinin durumunu da ele alır. Bu Yahudi kabilesi açıkça İslâm düşmanlarının safında yer alıyor ve hatta Medine’de bile Hz. Peygamber’e (s.a) ve İslâm toplumuna karşı tuzaklar kuruyordu. Adı geçen kabile halkı bu tür haince davranışlarından dolayı sorguya çekilmiş ve tutumlarını değiştirmeleri için kendilerine son bir uyarı yapılmıştır. En sonunda da anlayışsızlık ve itaatsizlikleri nedeniyle Medine’den sürülmüşlerdir.
O dönemde çok belirgin olan münafıklar sorunu, müminleri çok meşgul ediyor ve onları zorluklar içinde bırakıyordu. Bu nedenle müslümanların onlarla uğraşmasını kolaylaştırmak için belirli kategorilere sokulmuşlardır.
Surede, kendileriyle savaş halinde olunmayan kabilelere karşı takınılması gereken tavır hakkında da, gereken direktifler açıkça gözler önüne serilmiştir. O dönemde gereken en önemli şey, müslümanları İslâm düşmanlarına karşı yapılan savaşa hazırlamaktı. Bu amaçla müslümanların şahsiyetlerinin oluşturulmasına çok büyük önem verilmiştir. Gerçek şu ki; küçücük İslâm toplumu ancak çok yüksek bir ahlâkî karaktere sahip olduğu zaman başarılı olabilir ve hayatını idame ettirebilirdi. Bu nedenle onlar çok yüksek bir ahlâkî karaktere sahip olmaları konusunda eğitiliyorlar ve herhangi bir manevî zayıflık gösterdiklerinde derhal uyarılıyorlardı.
Bu surede ahlâki ve sosyal düzenlemeler ele alınmış olmasına rağmen, İslâm’ın tebliğ edilmesine de gereken önem verilmiştir. Bir taraftan İslâm ahlâk ve kültürünün, Yahudi, Hıristiyan ve müşriklerin ahlâk ve kültüründen daha yüce olduğu ortaya konulurken, diğer taraftan da onları doğru yola davet ortamını hazırlamak için, yanlış dinî düşünceleri, hatalı ahlâk anlayışları ve kötü davranışları anlatılmaktadır.

ÖZET
Konu: İslâm Toplumu’nun Takviye Edilmesi.
Bu surenin en önemli amacı, müslümanlara, bir topluluğu birleştirip güçlü ve küçük birimini oluşturan ailenin istikrarı için, gereken tavsiye ve direktifler verilmektedir. Daha sonra müminler kendilerini savunmaları konusunda teşvik edilmektedirler. Bunlarla birlikte onlara İslâm’ı tebliğ etmenin önemi de öğretilmektedir. Her şeyin ötesinde, en çok toplumu takviye etme ve birleştirme teması altında, ahlâkî karakterin yüksek ve güçlü olması gerektiği vurgulanmaktadır.

Konular ve Aralarındaki Bağlantı:
1-35 Karı ve koca için, aile hayatının düzenli ve güzel bir şekilde devam etmesini sağlayan dengeli, adil ve eşitlikçi kanun ve düzenlemeler ortaya konuyor. Mirasın paylaştırılmasıyla ilgili ayrıntılı belirlemeler yapılıyor ve yetimlerin hakkının korunmasına özel bir önem veriliyor.
36-42 Bu kanun ve düzenlemelere kolaylıkla uymayı sağlayacak olan ruhsal yapıyı oluşturmak için müslümanlara etraflarındaki herkese cömertlik göstermeleri ve bencillik, cimrilik ve hasislikten sakınmaları emrediliyor. Çünkü toplumun birbirine sımsıkı bağlanmasını ancak bu sağlayabilir ve aynı zamanda İslâm’ın tebliğini de kolaylaştırır.
43 Namazı eda etmeden önce yapılması gereken ruh ve beden temizliğinin yolları öğretiliyor. Çünkü namaz, ahlâkî ve sosyal düzenlemelerde en önemli rolü oynayan bir ibadettir.
44-57 Ahlâkî yönden hazırlandıktan sonra müslümanlara savunma ile ilgili emirler veriliyor. Öncelikle müslümanlar, bu yeni harekete karşı olan komşu Yahudi kabilelerinin düşmanca faaliyetleri ve gizli tuzaklarına karşı hazırlıklı olmaları bakımından uyarılıyorlar. İslâm’dan önce Medine halkı ile Yahudiler arasında varolan anlaşmanın ortaya çıkarabileceği bazı yanlış anlamalara meydan vermemek için böyle bir uyarı ve dikkat çekmek çok gerekliydi.
58-72 Daha sonra güven ve emanetlerini şerefli ve ehil kişilere vermeleri, doğru ve adil olanı işlemeleri, Allah’a, Rasûlü’ne (s.a) ve kendi içlerinden işlerini yapmak üzere seçtikleri kişilere itaat etmeleri ve anlaşmazlıklarının çözümü için Allah ve Rasûlü’ne (s.a) başvurmaları emrediliyor.
Çünkü sadece bu tür bir davranış toplumun birlik ve bütünlüğünü sağlayabilir. Müminler bu yoldan saparlarsa ayrılık ve çözülme ile karşılaşacakları konusunda da uyarılmaktadırlar.
73-100 Bu ön hazırlığın sağlanmasından sonra, müminler yurtlarını savunmaya ve hiçbir korku ve zayıflık göstermeksizin Allah yolunda cesurca savaşmaya teşvik ediliyorlar. Aynı zamanda münafıklara karşı temkinli olmaları konusunda da uyarılıyorlar. Ard niyetli hilekârlarla çaresiz ve samimi müminleri ayıran kesin bir sınır çizgisi çekiliyor.
101-103 Burada tekrar, askeri seferler ve savaş sırasında namazın nasıl eda edileceği konusunda direktifler veriliyor, tehlike ve korku anında bile namazın önemini vurgulanıyor.
104 Diğer konuya geçmeden önce müslümanlar, savaşta hiçbir zayıflık göstermeksizin sebat etmeye teşvik ediliyorlar.
105-135 İslâm toplumunu güven içinde güçlü ve emin kılmak için müslümanlara adaleti çok iyi korumaları emrediliyor. Müslümanların, savaş halinde oldukları düşmanlar söz konusu olduğunda bile kesinlikle adil olmaları gerekmektedir. Karı ile koca arasındaki anlaşmazlıklar da adilce çözümlenmeli. Bunu becerebilmek için müminler inanç ve amellerini her türlü pisliklerden temizlemeli ve adaletin gerçek koruyucuları olmalıdırlar.
136-175 Savunma konusu tekrar ele alınarak, müslümanlar düşmanlarına karşı temkinli olmaları konusunda uyarılıyor. Onlara münafıkların, kâfirlerin ve Ehli Kitabın tuzaklarına karşı gerekli önlemleri almaları tavsiye ediliyor. Allah’a, vahye ve ölümden sonra dirilişe inanmak, her tür düşmana karşı kişiyi koruyacak tek silah olduğu için, müminler Allah’ın Rasûlü Hz. Muhammed’e (s.a) samimiyetle inanmalı ve O’na uymalıdırlar.
176 Bu ayette de 1-35. ayetlerde ele alınan aile hukukuna değinilse de, surenin sonuna sadece ilâve olarak eklenmiştir. Çünkü bu ayet, Nisa Suresi tam bir sure olarak vahyolunmadan çok … önce nazil olmuştur.(Tefhimü’l-Kur’an, Mevdudi)

 

BU SUREYE DAİR HADİS-İ ŞERİF
İbnu Mes’ud (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bana:
” Kur’ân’ı bana oku!” dedi. Ben (hayretle):
“- Sana indirilmiş bulunan Kur’ân’ı mı sana okuyayım?” diye sordum. Bana:
” Evet, ben onu kendimden başkasından dinlemeyi seviyorum!” dedi.
Ben de ona Nisa süresini okumaya başladım. Ne zaman ki, “Her ümmete her şâhid getirdiğimiz ve ey Muhammed, seni de bunlara şâhid getirdiğimiz vakit durumları nasıl olacak?” mealindeki âyete (41. âyet) geldim.
” Dur!”dedi. Durdum ve dönüp Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’a baktım. Bir de ne göreyim, iki gözünden de yaşlar akıyordu.”
Ravi: İbnu Mes’ud (r.a.)

This entry was posted in Ayetler.
error: Emeğe Saygılı Ol.