Warning: Undefined array key 1 in /home/alakusak/public_html/wp-content/plugins/visitors-online/visitors-online.php on line 505

Warning: Undefined array key 2 in /home/alakusak/public_html/wp-content/plugins/visitors-online/visitors-online.php on line 505
5. Maide Suresi – Kelgin & Alakuşak

5. Maide Suresi

5. Maide Suresi

 

Rahmân ve Rahîm (olan) Allah’ın adıyla…

1. Ey iman edenler! Akitleri(n gereğini) yerine getiriniz. İhramlı iken avlanmayı helal saymamak üzere (aşağıda) size okunacaklar dışında kalan hayvanlar, sizin için helâl kılındı. Allah dilediğine hükmeder.

Akitlere riayet, hukuk devletinin en önemli hususiyetini teşkil eder. Muasır devletlerde iki önemli vasıf vardır: “Sosyallik, hukukilik”. Bunlardan birincisi devletin, yalnız fertlerin hukukunu değil, toplumun da hak ve menfaatlerini gözetmesi, gerektiğinde toplum menfaatini, fert menfaatine tercih etmesidir. Kur’an-ı Kerim ve Sünnet kaynağı devletin sosyal vasfı üzerinde önemle durmuş, bağlayıcı prensipler koymuştur.İkincisi ise keyfiliğin, zorbalığın, fırsatçılığın yerine, hak, hukuk ve kanunların hakim olması demektir. Kur’an-ı Kerim 14 asır öncesinden beri bu iki mefhumu insanlık dünyasına tebliğ etmektedir; hem de akitlere riayeti imanın gereği sayarak!

2. Ey iman edenler! Allah’ın (koyduğu, dinî) işaretlerine, haram aya, (Allah’a hediye edilmiş) kurbana, (ondaki) gerdanlıklara, Rablerinin lütuf ve rızasını arayarak Beyt-i Haram’a yönelmiş kimselere (tecavüz ve) saygısızlık etmeyin. İhramdan çıkınca avlanabilirsiniz. Mescid-i Haram’a girmenizi önledikleri için bir topluma karşı beslediğiniz kin sizi tecavüze sevketmesin! İyilik ve (Allah’ın yasaklarından) sakınma üzerinde yardımlaşın, günah ve düşmanlık üzerine yardımlaşmayın. Allah’tan korkun; çünkü Allah’ın cezası çetindir.
3. Leş, kan, domuz eti, Allah’tan başkası adına boğazlanan, boğulmuş, (taş, ağaç vb. ile) vurulup öldürülmüş, yukarıdan yuvarlanıp ölmüş, boynuzlanıp ölmüş (hayvanlar ile) canavarların yediği hayvanlar -ölmeden yetişip kestikleriniz müstesna- dikili taşlar (putlar) üzerine boğazlanmış hayvanlar ve fal oklarıyle kısmet aramanız size haram kılındı. Bunlar yoldan çıkmaktır. Bugün kâfirler, sizin dininizden (onu yok etmekten) ümit kesmişlerdir. Artık onlardan korkmayın, benden korkun. Bugün size dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm’ı beğendim. Kim, gönülden günaha yönelmiş olmamak üzere açlık halinde dara düşerse (haram etlerden yiyebilir). Çünkü Allah çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir.

Her dinde ve sistemde haramlar, yasaklar vardır. Önemli olan bunların, fert ve toplumun menfaatine, ebedi mutluluğuna yönelik bulunması, bir hikmet ve mana taşımasıdır. İslam’da yasaklanan yiyecek ve içecekler genellikle sıhhate zararlı olduğu, İslam’ın getirdiği iman ve ahlak nizamına ters düştüğü için yasaklanmıştır. Bunlardan bir kısmının zararlı olduğu öteden beri bilinmektedir. Diğerlerinin zararı ise insanlığın ilmi seviyesi yükseldikçe anlaşılmaktadır ve anlaşılacaktır.

4. Kendileri için nelerin helâl kılındığını sana soruyorlar; de ki: Bütün iyi ve temiz şeyler size helâl kılınmıştır. Allah’ın size öğrettiğinden öğretip avcı hale getirdiğiniz hayvanların sizin için yakaladıklarından da yeyin ve üzerine Allah’ın adını anın (besmele çekin). Allah’tan korkun. Allah’ın hesabı pek çabuktur.
5. Bugün size temiz ve iyi şeyler helâl kılınmıştır. Kendilerine kitap verilenlerin (yahudi, hıristiyan vb. nin) yiyeceği size helâldir, sizin yiyeceğiniz de onlara helâldir. Mümin kadınlardan iffetli olanlar ile daha önce kendilerine kitap verilenlerden iffetli kadınlar da, mehirlerini vermeniz şartıyla, namuslu olmak, zina etmemek ve gizli dost tutmamak üzere size helâldir. Kim (İslâmî hükümlere) inanmayı kabul etmezse onun ameli boşa gitmiştir. O, ahirette de ziyana uğrayanlardandır.

Temiz ve iyi şeyler, ayet ve hadislerin yasaklamadığı, umumiyetle insanların iğrenç telakki etmedikleri yiyecek ve içeceklerdir. Batıl da olsa, aslı semavi olan bir dinleri bulunduğu için, ehl-i kitabın, kendi dini inançlarına göre yenmesi helal olacak şekilde öldürdükleri hayvanlardan ve diğer yiyeceklerinden –domuz gibi İslam’ın yasakladıkları hariç olmak üzere- müslümanların da yemeleri caizdir. Keza dinini değiştirmemiş de olsa ehl-i kitap kadınlar ile müslüman erkeklerin evlenmeleri caizdir.

6. Ey iman edenler! Namaz kılmaya kalktığınız zaman yüzlerinizi, dirseklerinize kadar ellerinizi, başlarınızı meshedip, topuklara kadar ayaklarınızı yıkayın. Eğer cünüp oldunuz ise, boy abdesti alın. Hasta, yahut yolculuk halinde bulunursanız, yahut biriniz tuvaletten gelirse, yahut da kadınlara dokunmuşsanız (cinsî birleşme yapmışsanız) ve bu hallerde su bulamamışsanız temiz toprakla teyemmüm edin de yüzünüzü ve (dirseklere kadar) ellerinizi onunla meshedin. Allah size herhangi bir güçlük çıkarmak istemez; fakat sizi tertemiz kılmak ve size (ihsan ettiği) nimetini tamamlamak ister; umulur ki şükredersiniz.

Namaz ibadet duygusu ile Allah huzuruna çıkmak, belli şekillerle O’na tapınmak ve O’nunla konuşmaktır. Namaz Allah’ın, kulunu, huzuruna kabul etmesidir. İşte bu kabul ve bu ubudiyet arzı, bir hazırlığı gerekli kılmaktadır. Huzur-ı ilahide duran kulun uyanık, şuurlu, içi ve dışı ile tertemiz olması gerekir; abdest ve gusül bunları temin için en güzel vasıtadır. Suyun bulunmaması veya bulunduğu halde kullanmayı engelleyen bir mani yahut mazeretin bulunması halinde teyemmüm edilir. Teyemmüm her ne kadar maddi temizliği sağlamazsa da temizlik şuuru vermekte ve ibadete hazırlamaktadır.

7. Allah’ın size olan nimetini, “Duyduk ve kabul ettik” dediğiniz zaman sizi bununla bağladığı (O’na verdiğiniz) sözü hatırlayın ve Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah, kalblerin içindekini bilmektedir.

Buradaki sözden maksat, insanların yaratılmasından önce, elest bezmi denilen mukaddes mecliste bütün ruhların Allah’a verdikleri söz olabileceği gibi, Akabe ve Hudeybiye’de müminlerin, Allah ve Resulüne verdikleri söz de olabilir. Elest bezmi için ayrıca bak. A’raf 7/172.

8. Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutan, adaletle şahitlik eden kimseler olun. Bir topluluğa duyduğunuz kin, sizi âdil davranmamaya itmesin. Adaletli olun; bu, Allah korkusuna daha çok yakışan (bir davranış) tır. Allah’a isyandan sakının. Allah yaptıklarınızı hakkıyle bilmektedir.

Abdest ve namaz, dinin direği, ferdin dini hayatının temelidir. Adalet ise, sosyal hayatın en önemli denge unsuru ve teminatıdır. Kur’an nizamı insanı daima bir bütün olarak ele almış, irşad ışığını ferdi yön kadar ictimai yöne tutmuştur.

9. Allah, iman eden ve iyi şeyler yapanlara söz vermiştir; onlara bağışlama ve büyük mükâfat vardır.
10. İnkâr eden ve âyetlerimizi yalanlayanlara gelince onlar cehennemliklerdir.
11. Ey iman edenler! Allah’ın size olan nimetini unutmayın; hani bir topluluk size el uzatmaya yeltenmişti de Allah, onların ellerini sizden çekmişti. Allah’tan korkun ve müminler yalnızca Allah’a güvensinler.

Bu ayetin nüzul sebebi olarak, müşriklerin ve münafıkların tahriki ile Peygamberimizi öldürmeye teşebbüs eden bir silahlı adamın, Allah’ın inayet ve koruması ile bu emeline muvaffak olamaması zikredilmiştir. Suikast teşebbüsü Resulullah’a yönelik bulunduğu halde “size el uzatmaya yeltenmişti” denilmesi, Allah Resulü’nün, müminlerin canı ve hayatı mesabesinde olmasındandır.

12. Andolsun ki Allah, İsrailoğullarından söz almıştı. (Kefil olarak) içlerinden on iki de başkan göndermiştik. Allah onlara şöyle demişti: Ben sizinle beraberim. Eğer namazı dosdoğru kılar, zekâtı verir, peygamberlerime inanır, onları desteklerseniz ve Allah’a güzel borç verirseniz (ihtiyacı olanlara Allah rızası için faizsiz borç verirseniz) andolsun ki sizin günahlarınızı örterim ve sizi, zemininden ırmaklar akan cennetlere sokarım. Bundan sonra sizden kim inkâr yolunu tutarsa doğru yoldan sapmış olur.

Allah Teala İsrailoğullarını Firavun’dan kurtarınca, Hz.Musa vasıtasıyle onları Kudüs’e yöneltmiş, orasını kendilerine vatan kıldığını bildirmiş, orada hüküm süren Ken’anilerle mücadele etmelerini emretmiş, kendilerinden söz almış ve her kabileden bir kişi olmak üzere on iki önemli kişiyi de bu sözleşmeye kefil kılmıştı. Topluluk Kudüs’e yaklaşınca Hz.Musa bu on iki kişiyi keşif için göndermiş, gördüklerini halka açıklamamalarını da tenbih etmişti. Keşifçiler döndükleri zaman ikisi müstesna, diğerleri Kudüs’tekilerin güçlü ve hazırlıklı olduklarından bahsetti, halkı korkuttu ve verdikleri sözü bozdular.

13. Sözlerini bozmaları sebebiyle onları lânetledik ve kalplerini katılaştırdık. Onlar kelimelerin yerlerini değiştirirler (kitaplarını tahrif ederler). Kendilerine öğretilen ahkâmın (Tevrat’ın) önemli bir bölümünü de unuttular. İçlerinden pek azı hariç, onlardan daima bir hainlik görürsün. Yine de sen onları affet ve aldırış etme. Şüphesiz Allah iyilik edenleri sever.

Tevrat yalnızca bir nüsha idi. Kimsenin ezberinde de tamamı mevcut değildi. İsrailoğulları Babilliler’e esir düşünce Tevrat nüshası kayboldu. Yıllarca sonra İsrailoğulları esaretten kurtulanca hatırda kalan bazı bölümler yeniden yazıldı. Bugün elde bulunan Tevrat’ta da bu eksik bölümler ile kısmen Hz. Musa’nın hayatı yazılıdır.

14. “Biz hıristiyanlarız” diyenlerden de kesin sözlerini almıştık ama onlar da kendilerine zikredilen (verilen öğütlerin veya Kitab’ın) önemli bir bölümünü unuttular. Bu sebeple kıyamete kadar aralarına düşmanlık ve kin saldık. Yakında Allah onlara yaptıklarını haber verecektir.

İlk hıristiyanlar da yahudilerin amansız takipleri ve işkenceleri karşısında darmadağınık yaşamışlar, Allah tarafından Hz. İsa’ya vahyedilen İncil’i muhafaza edemeyip kaybetmişlerdi. Miladi üçüncü asrın başlarında Roma imparatoru Kostantin’in hıristiyanlığa meyletmesinden sonra rahatlayan hıristiyanlar, mukaddes kitaplarını yazmaya teşebbüs etmişler, bunun neticesinde ortaya, birbirini tutmaz yüzlerce İncil çıkmıştır. Hz. İsa’nın yolundan çıkan, Allah’a verdikleri sözde durmayan hıristiyanlar böylece ihtilafa düşmüş, ayrı dinlermiş gibi mezheblere bölünmüş, asırlarca birbiriyle didişmişlerdir.

15. Ey ehl-i kitap ! Resûlümüz size Kitap’tan gizlemekte olduğunuz birçok şeyi açıklamak üzere geldi; birçok (kusurunuzu) da affediyor. Gerçekten size Allah’tan bir nur, apaçık bir kitap geldi.
16. Rızasını arayanı Allah onunla kurtuluş yollarına götürür ve onları iradesiyle karanlıklardan aydınlığa çıkarır, dosdoğru bir yola iletir.
17. “Şüphesiz Allah, Meryem oğlu Mesîh’dir” diyenler andolsun ki kâfir olmuşlardır. De ki: Öyleyse Allah, Meryem oğlu Mesîh’i, anasını ve yeryüzündekilerin hepsini imha etmek isterse Allah’a kim bir şey yapabilecektir (O’na kim bir şeyle engel olabilecektir)! Göklerde, yerde ve ikisi arasında ne varsa hepsinin mülkiyeti Allah’a aittir. O dilediğini yaratır ve Allah her şeye tam manasıyle kadirdir.
18. Yahudiler ve hıristiyanlar “Biz Allah’ın oğulları ve sevgilileriyiz” dediler. De ki: Öyleyse günahlarınızdan dolayı size niçin azap ediyor? Doğrusu siz de O’nun yarattığı insanlardansınız. O, dilediğini bağışlar ve dilediğine azap eder. Göklerde, yerde ve ikisinin arasında ne varsa mülkiyeti Allah’a aittir. Sonunda dönüş de ancak O’nadır.
19. Ey ehl-i kitap! Peygamberlerin arası kesildiği bir sırada size elçimiz geldi. Gerçekleri size açıklıyor ki (kıyamette): “Bize bir müjdeleyici ve uyarıcı gelmedi” demiyesiniz. İşte size müjdeleyici ve uyarıcı gelmiştir. Allah her şeye hakkıyle kadirdir.
20. Bir zamanlar Musa, kavmine şöyle demişti: Ey kavmim! Allah’ın size (lütfettiği) nimetini hatırlayın; zira O, içinizden peygamberler çıkardı ve sizi hükümdarlar kıldı. Alemlerde hiçbir kimseye vermediğini size verdi.
21. Ey kavmim ! Allah’ın size (vatan olarak) yazdığı mukaddes toprağa girin ve arkanıza dönmeyin, yoksa kaybederek dönmüş olursunuz.
22. Onlar şu cevabı verdiler: Yâ Musa! Orada zorba bir toplum var; onlar oradan çıkmadıkça biz oraya asla girmeyeceğiz. Eğer oradan çıkarlarsa biz de hemen gireriz.
23. Korkanların içinden Allah’ın kendilerine lütufda bulunduğu iki kişi şöyle dedi: Onların üzerine kapıdan girin; oraya bir girdiniz mi artık siz zaferi kazanmışsınızdır. Eğer müminler iseniz ancak Allah’a güvenin.

Bu ayetler Hz. Musa zamanındaki İsrailoğulları ile ilgili bulunduğuna göre gerek onların “alemlerde hiçbir kimseye verilmemiş nimetlere mazhar olmaları” ve gerekse “ arz-ı mukaddes’in onlara vatan olarak yazılmış bulunması “ da o zamana aittir. Yüzlerce ayet ve hadis Hatemü’l-enbiya (s.a.) Efendimiz’in gelmiş geçmiş ve gelecek bütün insanlık için Allah’ın eşsiz bir nimeti ve lütfu olduğuna delalet etmektedir. Arzın, belli toprak parçasının bir topluma vatan olarak yazılması da şartlıdır; o toplumun salahına, Allah yolunda doğru dürüst yüremelerine bağlıdır. Yukarıda meali geçen 13. Ayet ve benzeri ayetlerin delaletinden anlaşılıyor ki, İsrailoğulları bu vasıflarını kaybetmişlerdir. Mukaddes topraklara kimin varis olacağını ise Enbiye suresinin 105. Ayeti tayin etmektedir: Andolsun ki Tevrat’tan sonra Zebur’da da: “Arza iyi, salih (layık) kullarım elbette varis olacaktır” diye yazdık.

24. “Ey Musa! Onlar orada bulundukları müddetçe biz oraya asla girmeyiz; şu halde, sen ve Rabbin gidin savaşın; biz burada oturacağız” dediler.
25. Musa: “Rabbim! Ben kendimden ve kardeşimden başkasına hakim olamıyorum; bizimle, bu yoldan çıkmış toplumun arasını ayır” dedi.
26. Allah, “Öyleyse orası (arz-ı mukaddes) onlara kırk yıl yasaklanmıştır; (bu müddet içinde) yeryüzünde şaşkın şaşkın dolaşacaklar. Artık sen, yoldan çıkmış toplum için üzülme” dedi.

Tarihi rivayetlere göre mukaddes arza girmek istemeyen ve peygamberlerine karşı duran İsrailoğulları, daracık bir arazi üzerinde kısılıp kalmış; kendileri ölüp yeni bir nesil yetişinceye kadar buradan kurtulamamışlardır. Bu arada kendileri, mucizevi olarak bıldırcın ve kudret helvası ile beslenmişlerdir.

27. Onlara, Adem’in iki oğlunun haberini gerçek olarak anlat: Hani birer kurban takdim etmişlerdi de birisinden kabul edilmiş, diğerinden ise kabul edilmemişti. (Kurbanı kabul edilmeyen kardeş, kıskançlık yüzünden), “Andolsun seni öldüreceğim” dedi. Diğeri de “Allah ancak takvâ sahiplerinden kabul eder” dedi (ve ekledi:)
28. “Andolsun ki sen, öldürmek için bana elini uzatsan (bile) ben sana, öldürmek için el uzatacak değilim. Ben, âlemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarım.”
29. “Ben istiyorum ki, sen, hem benim günahımı hem de kendi günahını yüklenip ateşe atılacaklardan olasın; zalimlerin cezası işte budur.”
30. Nihayet nefsi onu, kardeşini öldürmeye itti ve onu öldürdü: bu yüzden de kaybedenlerden oldu.
31. Derken Allah, kardeşinin cesedini nasıl gömeceğini ona göstermek için yeri eşeleyen bir karga gönderdi. (Katil kardeş) “Yazıklar olsun bana! Şu karga kadar da olamadım mı ki, kardeşimin cesedini gömeyim” dedi ve ettiğine yananlardan oldu.

İnsan nefsani duygularına ve bu cümleden olarak kıskançlık duygusuna boyun eğerse kardeşini bile öldürebilir; ancak bunun sonu dünyada insan içten içe yakan vicdan azabı ve pişmanlık, ahirette ise ruh ve vücudunu yakan ateştir. Kıskançlıkların kendilerini gören gözleri kördür, mazhar oldukları nimetleri ve güzellikleri görmez; hep başkasındakini görür ve kinlenirler. Bu hastalığın çaresi İslam’ı bütünü ile yaşayarak nefsi terbiye etmek, hep kötülüğü emreden nefsi (nefs-i emmareyi), sükun ve huzura kavuşturmak (mutmainne kılmak) ve Allah’ın verdiğine razı ( raziye) hale getirmektir.

32. İşte bu yüzdendir ki İsrailoğulları’na şöyle yazmıştık: Kim, bir cana veya yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya karşılık olmaksızın (haksız yere) bir cana kıyarsa bütün insanları öldürmüş gibi olur. Her kim bir canı kurtarırsa bütün insanları kurtarmış gibi olur. Peygamberlerimiz onlara apaçık deliller getirdiler; ama bundan sonra da onlardan çoğu yine yeryüzünde aşırı gitmektedirler.

Tarih boyunca dünyada İsrailoğulları savaşlar, ihtilaller, çeşitli para oyunları ve entrikalar çıkarmış, bu gibi olaylarda büyük rol oynamış, milyonlarca canın ve hesapsız servetin zayi olmasına sebep olmuşlardır.

33. Allah ve Resûlüne karşı savaşanların ve yeryüzünde (hak) düzeni bozmaya çalışanların cezası ancak ya (acımadan) öldürülmeleri, ya asılmaları, yahut el ve ayaklarının çaprazlama kesilmesi, yahut da bulundukları yerden sürülmeleridir. Bu onların dünyadaki rüsvaylığıdır. Onlar için ahirette de büyük azap vardır.
34. Ancak, siz kendilerini yenip ele geçirmeden önce tevbe edenler müstesna; biliniz ki Allah çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir.

İslam, bir insanın haksız yere öldürülmesini bütün insanların öldürülmesi gibi telakki ederek öldürme olayını “insanlık suçu” saymış, silahlı eşkıyalığa da, halkın huzur ve sükununu kaçırdığı ve düzeni bozduğu için devlete karşı (Allah ve Resulüne karşı ) işlenmiş büyük bir suç olarak görmüş ve karşılığında ağır cezalar koymuştur. Uygulamada bazı görüş ayrılıkları bulunmakla beraber cumhura göre silahlanıp açıktan devlete başkaldıran ve eşkıyalık yapan kimseler yalnızca adam öldürmüş iseler idam edilirler. Hem öldürmüş, hem de soygun yapmış iseler öldürülür ve asılırlar. Soygun yapıp terör havası estirenlerin çapraz olarak bir elleri ile bir ayakları kesilir. Yalnızca soygun yapmış iseler sürgüne gönderilirler. Sürgünü hapis cezası olarak tefsir edenler de vardır. Eşkıya kendiliğinden teslim olur, yaptıklarından pişmanlık duyarsa tazminat yükümlülükleri mahfuz kalmak üzere cezaları (hadler) düşer.

35. Ey iman edenler! Allah’tan korkun. O’na yaklaşmaya yol arayın ve yolunda cihad edin ki kurtuluşa eresiniz.

Kulu Allah’a yaklaştıran yolların (vesilelerin) en önemlilerinden birisi, ayette zikredilen cihaddır. Bunun dışında sırf Allah rızası için yapılan her ibadet ve kaçınılan her yasak insanı Allah’a yaklaştıran yollar, vesilelerdir. Şefaat de ancak bu yollardan geçilerek hak edilebilir.

36. Şüphe yok ki kâfir olanlar, yer yüzündeki her şey ve bunun yanında da bir o kadarı kendilerinin olsa da kıyamet gününün azabından kurtulmak için onu fidye verseler onlardan asla kabul edilmez; onlar için acı bir azap vardır.
37. Ateşten çıkmak isterler, fakat onlar oradan çıkacak değillerdir. Onlar için devamlı bir azap vardır.
38. Hırsızlık eden erkek ve kadının, yaptıklarına karşılık bir ceza ve Allah’tan bir ibret olmak üzere ellerini kesin. Allah izzet ve hikmet sahibidir.
39. Kim (bu) haksız davranışından sonra tevbe eder ve durumunu düzeltirse şüphesiz Allah onun tevbesini kabul eder. Allah çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir.

İslam’ın hırsızlık suçuna karşı koyduğu ceza üzerinde öteden beri söz edilmiş, bunun ağır ve ilkel olduğundan bahsedilmiştir. Ancak başka sistemlerin hırsızlığa karşı uyguladıkları cezaların hiçbir fayda vermediği, cezaevlerinde sanatın inceliklerini öğrenen hırsızların çıktıktan sonra aynı işe devam ettikleri görülmektedir. Eğer bu suç kesin olarak önlenmek isteniyorsa iki yoldan gidilecektir: Eğitim ve ceza. İslam insanları ıslah için eğitim metodlarının en mükemmelini getirmiştir. Buna rağmen hırsızlık eden kimse ya açlık zarureti ile bunu yapmıştır, yahut da böyle bir zaruret yoktur. Birinci halde el kesme cezası bahis mevzuu değildir. İkinci halde de durum mahkemeye intikal etmeden hırsızın tevbe ederek malı iade etmesi, ceza hükmünden önce hırsızın, çaldığı mala, meşru bir yoldan malik olması gibi sebeplerle ceza (had) düşmektedir. Buna göre mezkür cezasının uygulanması hayli nadir olacak, fakat hırsızların ensesinde bekleyen bir kılıç gibi suçu engelleyecektir.

40. Bilmez misin ki, göklerde ve yerde ne varsa hepsinin mülkiyeti Allah’a aittir; dilediğine azap eder ve dilediğini bağışlar. Allah her şeye hakkıyle kadirdir.
41. Ey Resûl! Kalpleri iman etmediği halde ağızlarıyle “inandık” diyen kimselerden ve yahudilerden küfür içinde koşuşanlar(ın hali) seni üzmesin. Onlar durmadan yalana kulak verirler, ve sana gelmeyen (bazı) kimselere kulak verirler; kelimeleri yerlerinden kaydırıp değiştirirler. “Eğer size şu verilirse hemen alın, o verilmezse sakının!” derler. Allah bir kimseyi şaşkınlığa (fitneye) düşürmek isterse, sen Allah’a karşı, onun lehine hiçbir şey yapamazsın. Onlar, Allah’ın kalplerini temizlemek istemediği kimselerdir. Onlar için dünyada rezillik vardır ve ahirette onlara mahsus büyük bir azap vardır.

Hükmü ve irşadı umumi olmakla beraber ayetin hususi bir geliş sebebi vardır: Medine’de yahudi toplumu içinde meydana gelen bir zina üzerine içlerinden bazıları “Muhammed’e gidin, taşlama cezası (recm) dışında bir ceza verirse bunu kabul eder ve Allah’a karşı hüccet olarak kullanırız” dediler. Peygamber (s.a.) gelince O hemen hüküm vermedi, manevi baskı ile onları sıkıştırdı ve Tevrat’ta bu suçun cezasının recm olduğunu onlara itiraf ettirerek oyunlarını bozdu.

42. Hep yalana kulak verir, durmadan haram yerler. Sana gelirlerse, ister aralarında hüküm ver, ister onlardan yüz çevir. Eğer onlardan yüz çevirirsen sana hiçbir zarar veremezler. Ve eğer hüküm verirsen, aralarında adaletle hükmet. Allah âdil olanları sever.

Hz.Peygamber’in (s.a.) hakimlik ve hakemliğini kabul edip etmemekte ehl-i kitap muhayyer oldukları gibi (adli muhtariyet) Resulullah da bunu kabul etmekte muhayyerdir. Biraz ileride gelecek olan 49. Ayet ile bu ayet iki şekilde uzlaştırılmıştır: a) 42 numaralı ayet 49. İle neshedilmiş olup Hz. Peygamber onlar hakkında hüküm vermekle yükümlüdür. B) Muhayyerlik neshedilmemiştir; Peygamber hüküm vermeyi tercih ederse ancak Allah’ın indirdiği vahiy ile hükmedecektir.

43. İçinde Allah’ın hükmü bulunan Tevrat yanlarında olduğu halde nasıl seni hakem kılıyorlar da sonra, bunun arkasından yüz çevirip gidiyorlar? Onlar inanmış kimseler değildir.
44. Biz, içinde doğruya rehberlik ve nur olduğu halde Tevrat’ı indirdik. Kendilerini (Allah’a) vermiş peygamberler onunla yahudilere hükmederlerdi. Allah’ın Kitab’ını korumaları kendilerinden istendiği için Rablerine teslim olmuş zâhidler ve bilginler de (onunla hükmederlerdi). Hepsi ona (hak olduğuna) şahitlerdi. Şu halde (Ey yahudiler ve hakimler!) İnsanlardan korkmayın, benden korkun. Ayetlerimi az bir bedel karşılığında satmayın. Kim Allah’ın indirdiği (hükümler) ile hükmetmezse işte onlar kâfirlerin ta kendileridir.
45. Tevrat’ta onlara şöyle yazdık: Cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş (karşılık ve cezadır). Yaralar da kısastır (Her yaralama misli ile cezalandırılır). Kim bunu (kısası) bağışlarsa kendisi için o keffâret olur. Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar zalimlerdir.

Allah’ın indirdiği hükümler ile hükmetmeyenlere üç noktadan bakılmış; O’nu inkar manası taşıdığı için “kafir”; Allah’ın hükmü adalet, onun zıddı zulüm olduğundan “zalim” denilmiştir. 47. Ayette ise Allah’ın emrinden çıkış manası gözönüne alınarak “fasık” denilecektir.

46. Kendinden önce gelen Tevrat’ı doğrulayıcı olarak peygamberlerin izleri üzerine, Meryem oğlu İsa’yı arkalarından gönderdik. Ve ona, içinde doğruya rehberlik ve nûr bulunmak, önündeki Tevrat’ı tasdik etmek, sakınanlara bir hidayet ve öğüt olmak üzere İncil’i verdik.
47. İncil’e inananlar, Allah’ın onda indirdiği (hükümler) ile hükmetsinler. Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar fâsıklardır.
48. Sana da, daha önceki kitabı doğrulamak ve onu korumak üzere hak olarak Kitab’ı (Kur’an’ı) gönderdik. Artık aralarında Allah’ın indirdiği ile hükmet; sana gelen gerçeği bırakıp da onların arzularına uyma. (Ey ümmetler!) Her birinize bir şerîat ve bir yol verdik. Allah dileseydi sizleri bir tek ümmet yapardı; fakat size verdiğinde (yol ve şerîatlerde) sizi denemek için (böyle yaptı). Öyleyse iyi işlerde birbirinizle yarışın. Hepinizin dönüşü Allah’adır. Artık size, üzerinde ayrılığa düştüğünüz şeyleri(n gerçek tarafını) O haber verecektir.

Allah’a inanmış, peygamberlere ümmet olmuş dünya insanları, farklı görüşler, politika ve menfaatler yüzünden birbirleriyle uğraşacak, birbirini yiyecek yerde peygamberlerini çağırdığı hayırlı hedeflere varma yolunda yarış içinde olmalıdırlar.

49. (Sana şu talîmatı verdik): Aralarında Allah’ın indirdiği ile hükmet ve onların arzularına uyma. Allah’ın sana indirdiği hükümlerin bir kısmından seni saptırmamalarına dikkat et. Eğer (hükümden) yüz çevirirlerse bil ki (bununla) Allah ancak, günahlarının bir kısmını onların başına belâ etmek ister. İnsanların birçoğu da zaten yoldan çıkmışlardır.

Günahların dünyada başa bela olması anarşi, katil, sürgün, esaret gibi musibet, felaket ve ibtilalarda kendini göstermektedir. Allah Teala günahları bu bela ve musibetlere sebep kılmaktadır. Günahkarlıklarına rağmen refah içinde olanlara gelince bunların bütün cezaları ahirete kalmaktadır.

50. Yoksa onlar (İslâm öncesi) cahiliye idaresini mi arıyorlar? İyi anlayan bir topluma göre, hükümranlığı Allah’tan daha güzel kim vardır?
51. Ey iman edenler! Yahudileri ve hıristiyanları dost edinmeyin. Zira onlar birbirinin dostudurlar (birbirinin tarafını tutarlar). İçinizden onları dost tutanlar, onlardandır. Şüphesiz Allah, zalimler topluluğuna yol göstermez.
52. Kalblerinde hastalık bulunanların: “Başımıza bir felâketin gelmesinden korkuyoruz” diyerek onların arasına koşuştuklarını görürsün. Umulur ki Allah bir fetih, yahut katından bir emir getirecek de onlar, içlerinde gizledikleri şeyden dolayı pişman olacaklardır.

Başka dinden olanlar, özellikle yahudiler ve hıristiyanlar müslümanların dostu olmazlar; onlar ancak birbirinin dostu olur, birbirini desteklerler. Zaman zaman müslümanlara yaklaşmaları, kendi menfaatleri bunu gerektirdiği içindir. Müslümanların bunu unutmamaları ve kendi aralarındaki dostluğu güçlendirmeleri zaruridir. Müslümanların arasına sızan iki yüzlüler, felaket tellallığı yaparak onları, kafirlere yöneltmek isterler; iman ehlinin bunlardan da sakınması gerekmektedir.

53. (O zaman) iman edenler: “Bunlar mıdır sizinle beraber olduklarına bütün güçleriyle yemin edenler?” diyeceklerdir. Onların bütün yaptıkları boşa gitmiştir de kaybedenlerden olmuşlardır.
54. Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse (bilsin ki) Allah, sevdiği ve kendisini seven müminlere karşı alçak gönüllü (şefkatli), kâfirlere karşı onurlu ve zorlu bir toplum getirecektir. (Bunlar) Allah yolunda cihad ederler ve hiçbir kınayanın kınamasından korkmazlar (hiçbir kimsenin kınamasına aldırmazlar). Bu, Allah’ın, dilediğine verdiği lütfudur. Allah’ın lütfu ve ilmi geniştir.

İslam’a hiç girmemiş kafirler ile müslümanların içinde bulunan münafıklardan başka bir de mürtedler vardır; bunlar, evvelce müslüman oldukları halde sonradan dinden dönen, İslam’ı terkeden bedbaht kişilerdir. Hz.Peygamber (s.a) zamanından beri İslam dünyasında az da olsa irtidat olayları olmuş, bazı şahıs veya guruplar İslam’ı terketmişlerdir. Ancak bunların, İslam’ın yayılmasına ve yaşamasına hiçbir zararı olmamış, Allah’ın, cihanı aydınlatmak için yaktığı meş’ale her geçen gün biraz daha kuvvetlenerek yanmış ve ışıklarını beş kıtaya ulaştırmıştır.

55. Sizin dostunuz (veliniz) ancak Allah’tır, Resulüdür, iman edenlerdir; onlar ki Allah’ın emirlerine boyun eğerek namazı kılar, zekâtı verirler.
56. Kim Allah’ı, Resûlünü ve iman edenleri dost edinirse (bilsin ki) üstün gelecek olanlar şüphesiz Allah’ın tarafını tutanlardır.
57. Ey iman edenler! Sizden önce kendilerine Kitap verilenlerden dininizi alay ve oyun konusu edinenleri ve kâfirleri dost edinmeyin. Allah’tan korkun; eğer müminler iseniz.
58. Namaza çağırdığınız zaman onu alay ve eğlence konusu yaparlar. Bu davranış, onların düşünemeyen bir toplum olmalarındandır.
59. (Onlara) şöyle de: Ey kitap ehli! Yalnızca Allah’a, bize indirilene ve daha önce indirilene inandığımız için mi bizden hoşlanmıyorsunuz? Oysa çoğunuz yoldan çıkmış kimselersiniz.

Yahudilerden bir gurup müslümanlara hitaben: “Sizden ve dininizden daha kötü bir toplum ve din bilmiyoruz” diye hakaret etmişlerdi. Allah, bunu diyenlerin, gerçekten çok kötü olan vasıflarını aşağıdaki ayette sayarak hakaretlerine mukabele ve müslümanları teselli etmiştir.

60. De ki: Allah katında yeri bundan daha kötü olanı size haber vereyim mi? Allah’ın lânetlediği ve gazap ettiği, aralarından maymunlar, domuzlar ve tâğuta tapanlar çıkardığı kimseler. İşte bunlar, yeri (durumu) daha kötü olan ve doğru yoldan daha ziyade sapmış bulunanlardır.

“Tağut” kelimesinin izahı için, Nisa suresi 60. Ayetin açıklamasına bakınız.


61
. Yanınıza inkârla girip yine inkârla çıktıkları halde size geldiklerinde “inandık” derler. Allah gizlediklerini daha iyi bilmektedir.
62. Onlardan birçoğunun günah, düşmanlık ve haram yemede yarıştıklarını görürsün. Yaptıkları ne kadar kötüdür!
63. Din adamları ve âlimleri onları, günah olan sözleri söylemekten ve haram yemekten menetselerdi ya! İşledikleri (fiiller) ne kötüdür!
64. Yahudiler, Allah’ın eli bağlıdır (sıkdır), dediler. Hay dedikleri yüzünden elleri bağlanası ve lânet olasılar! Bilâkis, Allah’ın elleri açıktır, dilediği gibi verir. Andolsun ki sana Rabbinden indirilen, onlardan çoğunun azgınlığını ve küfrünü arttırır. Aralarına, kıyamete kadar (sürecek) düşmanlık ve kin soktuk. Ne zaman savaş için bir ateş yakmışlarsa (fitneyi uyandırmışlarsa) Allah onu söndürmüştür. Onlar yeryüzünde bozgunculuğa koşarlar; Allah ise bozguncuları sevmez.

Kafirlerin savaş ve fitne ateşini yakmaları hiç eksik olmamıştır. Asırlar boyu hem kendi aralarında savaşmışlar, hem de birleşerek müslümanlara saldırmışlardır. Ayrıca müslümanları birbirine düşürmek için yüzlerce, binlerce planlar yapmış, tertip ve düzenler hazırlamışlardır. Bütün bunlara rağmen Allah’ın nurunu söndürmeye güçleri yetmemiştir. Dinleri aynı olanlar bile ayrılmış, birbirlerine karşı kin ve düşmanlık duyguları beslemiş, korku ve endişe içinde yaşamış veya savaşmışlardır.

65. Eğer ehl-i kitap iman edip (kötülüklerden) sakınsalardı, herhalde (geçmiş) kötülüklerini örter ve onları nimeti bol cennetlere sokardık.
66. Eğer onlar Tevrat’ı, İncil’i ve Rablerinden onlara indirileni (Kur’an’ı) doğru dürüst uygulasalardı, şüphesiz hem üstlerinden, hem de ayaklarının altından yerlerdi (yeraltı ve yerüstü servetlerinden istifade ederek refah içinde yaşarlardı). – Onlardan aşırılığa kaçmayan (iktisatlı, mutedil) bir zümre vardır; fakat çoğunun yaptıkları ne kötüdür!

Dindar olmak ve dini uygulamak, medeni ve iktisadi bakımdan toplumları geri bırakmak şöyle dursun refah ve mutluluğun zirvesine çıkarır. Dini bırakıp menfaat felsefesine göre hareket edenler, başka milletleri sömürme yoluna gittikleri için gerilik, sefalet, savaş ve kargaşalara sebep olmaktadırlar. Allah’ın hükümranlığına boyun eğildiği takdirde yeryüzünde hiçbir kimse zerrece zulme uğramayacak, herkes hakkını alacak, zenginlik, bolluk ve refahı meşru yollarda arayacak ve işte o zaman gökten nimetler yağacak, bolluk ve bereket olacak, yerden de zenginlikler fışkıracaktır.

67. Ey Resûl! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan O’nun elçiliğini yapmamış olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktır. Doğrusu Allah, kâfirler topluluğuna rehberlik etmez.
68. “Ey Kitap ehli! Siz, Tevrat’ı, İncil’i ve Rabbinizden size indirileni hakkıyle uygulamadıkça, (doğru) bir şey (yol) üzerinde değilsinizdir” de. Rabbinden sana indirilen, onlardan çoğunun küfür ve azgınlığını elbette artıracaktır. Kâfirler topluluğuna üzülme.
69. İman edenler ile yahudiler, sâbiîler ve hıristiyanlardan Allah’a ve ahiret gününe (gerçekten) inanıp iyi amel işleyenler üzerine asla korku yoktur; onlar üzülecek de değillerdir.

Önceden bir kimsenin dini ne olursa olsun ve ne kadar günahı işlemiş bulunursa bulunsun Son Peygambere uyup doğruca iman eder, bundan sonra da imanın gereğini yaşarsa onun dünya ve ahirette korkacağı hiçbir şey yoktur. Sabiiler hakkında bk. s.9.

70. Andolsun ki İsrailoğullarının sağlam sözünü aldık ve onlara peygamberler gönderdik. Ne zaman bir peygamber onlara nefislerinin arzu etmediğini (ilâhî hükümleri) getirdi ise bir kısmını yalanladılar, bir kısmını da öldürdüler.
71. Bir belâ olmayacak zannettiler de kör ve sağır kesildiler. Sonra Allah tevbelerini kabul etti. Sonra içlerinden çoğu yine kör ve sağır oldu. Allah onların yaptıklarını görmektedir.
72. Andolsun ki “Allah, kesinlikle Meryem oğlu Mesîh’tir” diyenler kâfir olmuşlardır. Halbuki Mesîh “Ey İsrailoğulları! Rabbim ve Rabbiniz olan Allah’a kulluk ediniz. Biliniz ki kim Allah’a ortak koşarsa muhakkak Allah ona cenneti haram kılar; artık onun yeri ateştir ve zalimler için yardımcılar yoktur” demişti.
73. Andolsun “Allah, üçün üçüncüsüdür” diyenler de kâfir olmuşlardır. Halbuki bir tek Allah’dan başka hiçbir tanrı yoktur. Eğer diye geldiklerinden vazgeçmezlerse, içlerinden kâfir olanlara acı bir azap isabet edecektir.
74. Hâla Allah’a tevbe edip O’ndan bağışlanmayı dilemiyecekler mi? Allah çok yarlığayıcı, çok esirgeyicidir.
75. Meryem oğlu Mesîh ancak bir resûldür. Ondan önce de (birçok) resûller gelip geçmiştir. Anası da çok doğru bir kadındır. Her ikisi de yemek yerlerdi. Bak, onlara delilleri nasıl açıklıyoruz, sonra bak nasıl (haktan) yüz çeviriyorlar.

Yahudiler Hz. İsa’nın, namuslu ve bakire bir hanımdan doğduğuna inanmayıp, onun anasına iftira eder, gayrimeşru bir birleşmeden doğduğunu ileri sürerler. Kur’an-ı Kerim daha önce Hz. İsa’nın mucizevi bir şekilde nasıl yaratıldığını anlatıp burada da anasının doğru dürüst ve namuslu olduğunu zikretmek suretiyle bu iftirayı reddetmektedir. Ayrıca hıristiyanların ona ve anasına tanrılık vasfı vermelerini de elle tutulur, gözle görülür bir delil ile reddedip çürütmektedir: Zira her ikisi de yemek yerlerdi, tanrı olsalardı yemeye, içmeye ihtiyaç duyarlar mıydı!

76. De ki: Allah’ı bırakıp da sizin için fayda ve zarara gücü yetmeyen şeylere mi tapıyorsunuz? Hakkıyla işiten ve bilen yalnız Allah’tır.
77. De ki: Ey Kitap ehli! Dininizde haksız yere haddi aşmayın. Daha önceden sapan, birçoklarını saptıran ve yolun doğrusundan uzaklaşan bir topluma uymayın.
78. İsrailoğullarından kâfir olanlar, Davud ve Meryem oğlu İsa diliyle lânetlenmişlerdir. Bunun sebebi, söz dinlememeleri ve sınırı aşmalarıdır.
79. Onlar, işledikleri kötülükten, birbirini vazgeçirmeye çalışmazlardı. Andolsun yaptıkları ne kötüdür!
80. Onlardan çoğunun, inkâr edenlerle dostluk ettiklerini görürsün. Nefislerinin onlar için (ahiret hayatları için) önceden hazırladığı şey ne kötüdür: Allah onlara gazabetmiştir ve onlar azap içinde devamlı kalıcıdırlar!
81. Eğer onlar Allah’a, Peygamber’e ve ona indirilene iman etmiş olsalardı onları (müşrikleri) dost edinmezlerdi; fakat onların çoğu yoldan çıkmışlardır.
82. İnsanlar içerisinde iman edenlere düşmanlık bakımından en şiddetli olarak yahudiler ile, şirk koşanları bulacaksın. Onlar içinde iman edenlere sevgi bakımından en yakın olarak da “Biz hıristiyanlarız” diyenleri bulacaksın. Çünkü onların içinde keşişler ve râhipler vardır ve onlar büyüklük taslamazlar.

Tefsirlerde, bu ayetlerin bahis mevzuu ettiği hıristiyanların, Habeşistan’a göç eden müslümanları iyi karşılayan ve onlara anlayış gösteren hıristiyanlar veya Hz.Peygamber (s.a.) ile antlaşma yapan Necran hıristiyanları olduğu zikredilmiştir. Ancak genel olarak da hıristiyanların, yahudilere ve müşriklere nisbetle müslümanlara karşı daha yakın oldukları bir gerçektir. Gerçi mutaassıp hıristiyanların birleşerek tertipledikleri haçlı seferleri tarihin acı sayfalarını teşkil etmiştir. Bununla beraber dünyadan el ve eteğini çekmiş rahipler ile hıristiyan bilginlerinin ve bunların tesirinde kalan hıristiyanların İslam’a nisbi yakınlıkları bir vakıadır. Hz.Peygamber’in zuhurunda birçok rahip ve keşiş O’nu sevgi ile karşılamış ve beklenen peygamber olduğunu itiraf etmişlerdir.

83. Resûle indirileni duydukları zaman, tanış çıktıkları gerçekten dolayı gözlerinden yaşlar boşandığını görürsün. Derler ki: “Rabbimiz! İman ettik, bizi (hakka) şahit olanlarla beraber yaz.”
84. “Rabbimizin bizi iyiler arasına katmasını umup dururken niçin Allah’a ve bize gelen gerçeğe iman etmeyelim?”
85. Söyledikleri (bu) sözden dolayı Allah onlara, içinde devamlı kalmak üzere, zemininden ırmaklar akan cennetleri mükâfat olarak verdi. İyi hareket edenlerin mükâfatı işte budur.
86. İnkâr eden ve âyetlerimizi yalanlayanlara gelince işte onlar cehennemliklerdir.
87. Ey iman edenler! Allah’ın size helâl kıldığı iyi ve temiz şeyleri (siz kendinize) haram kılmayın ve sınırı aşmayın. Allah sınırı aşanları sevmez.
88. Allah’ın size helâl ve temiz olarak verdiği rızıklardan yeyin ve kendisine iman etmiş olduğunuz Allah’tan korkun.

Resulullah (s.a.) bir sohbetlerinde kıyamet ve ahiretten bahsetmiş, sohbetin tesirine kapılan Ali, İbn Mes’ud, Mıkdad (r.a.) gibi bazı sahabiler, Osman b. Maz’un’un evinde toplanarak gündüzleri devamlı oruç tutmak, geceleri uyumadan namaz kılmak, kadınlarının yanına gitmemek, et yememek ve eski püskü elbiseler giymek suretiyle yaşamaya, kalan ömürlerini böyle geçirmeye, hatta kendilerini kısırlaştırmaya azmetmişlerdi. Resul-i Ekrem durumu haber alınca hemen yanlarına geldi ve şöyle buyurdu: “Ben böyle bir kulluk şekli ile emrolunmadım. Vücut ve nefislerinizin sizde hakkı vardır; oruç tutup namaz kılın, fakat aynı zamanda orucunuzu açıp yeyin ve uyuyun. Ben namaz kılar ve uyurum, oruç tutar ve iftar ederim, et yerim ve kadınlarıma yaklaşırım: benim yolumdan çıkan benden değildir.” İşte bu hadise üzerine yukarıda meallerini okuduğumuz ayetler gelmiştir.

89. Allah, kasıtsız olarak ağzınızdan çıkıveren yeminlerinizden dolayı sizi sorumlu tutmaz, fakat bilerek yaptığınız yeminlerden dolayı sizi sorumlu tutar. Bunun da keffâreti, ailenize yedirdiğiniz yemeğin orta hallisinden on fakire yedirmek, yahut onları giydirmek, yahut da bir köle azat etmektir. Bunları bulamıyan üç gün oruç tutmalıdır. Yemin ettiğiniz takdirde yeminlerinizin keffâreti işte budur. Yeminlerinizi koruyun (onlara riayet edin). Allah size âyetlerini açıklıyor; umulur ki şükredersiniz!

Allah üzerine bilerek yemin eden bir kimse yeminini yerine getirmelidir. Eğer yeminle yapacağı iş haram ve kötü bir iş ise bu taktirde kötü işi yapmayacak, yemini bozacak ve keffareti yerine getirecektir. Keffaret yeminden caymanın bedeli ve bağışlanma vasıtası olup ayette zikredilen ilk üç şeyden birini yapmakla yerine gelir. Bunlara gücü yetmeyen de üç gün oruç tutar.

90. Ey iman edenler! Şarap, kumar, dikili taşlar (putlar), fal ve şans okları birer şeytan işi pisliktir; bunlardan uzak durun ki kurtuluşa eresiniz.
91. Şeytan içki ve kumar yoluyla ancak aranıza düşmanlık ve kin sokmak; sizi, Allah’ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık (bunlardan) vazgeçtiniz değil mi?

İslam’dan önce Araplarda çok yaygın bir şarap içme alışkanlığı bulunduğu için Allah Teala ilk müslümanları yavaş yavaş içki yasağına alıştırmış, önce onun zararının faydasından çok olduğunu bildirmiş, sonra içkili namaz kılmayı yasaklamış ve en sonunda bu ayetle kesin olarak sarhoşluk veren içkileri içmeyi haram kılmıştır. Yine cahiliye devrinde Araplar on adet ok sapı ile bir nevi kumar ve şans oyunu oynarlardı. Bunların yedisinde bazı paylar yazılı idi, üçü de boştu. Güvenilir bir kimse, bir torbanın içinden bunları, katılanlar adına teker teker çekerdi. Dolu çıkanlar maldan hisselerini alır fakirlere verirlerdi. Boş çıkanlar ise bu malın parasını öderlerdi. Kumarların belki de en nezihi olmasına rağmen İslam bunu da yasaklamış, ortaya mal ve para konarak oynanacak hiçbir şans oyununa izin vermemiş, fukaraya yardım edilecekse bunu herkesin, helal kazancından ayırarak etmesini istemiştir. Ayet içki ve kumar yasağının en önemli ictimai, ahlaki ve dini hikmetlerini açıklamıştır. İlgili hadisler ile ilim, bunlara ekonomik ve sıhhi sebepleri de eklemiştir.

92. Allah’a itaat edin, Resûle de itaat edin ve (kötülüklerden) sakının. Eğer (itaatten) yüz çevirirseniz bilin ki Resûlümüzün vazifesi apaçık duyurmak ve bildirmektir.
93. İman eden ve iyi işler yapanlara, hakkıyle sakınıp iman ettikleri ve iyi işler yaptıkları, sonra yine hakkıyle sakınıp iman ettikleri, sonra da hakkıyle sakınıp yaptıklarını, ellerinden geldiğince güzel yaptıkları takdirde (haram kılınmadan önce) tattıklarından dolayı günah yoktur. (Önemli olan inandıktan sonra iman ve iyi amelde sebattır). Allah iyi ve güzel yapanları sever.
94. Ey iman edenler! Allah sizi ellerinizin ve mızraklarınızın erişeceği bir avlanma ile (onu yasak ederek) dener ki gizlide (kimsenin görmediği yerde, gerçekten) kendisinden kimin korktuğu ortaya çıksın. Kim bundan sonra sınırı aşarsa onun için acı bir azap vardır.
95. Ey iman edenler! İhramlı iken avı öldürmeyin. İçinizden kim onu kasten öldürürse öldürdüğü hayvanın dengi (ona) cezadır. (Buna) Kâbe’ye varacak bir kurban olmak üzere içinizden adalet sahibi iki kişi hükmeder (öldürülen avın dengini takdir eder). Yahut (avlanmanın cezası), fakirleri doyurmaktan ibaret bir keffârettir, yahut onun dengi oruç tutmaktır. Ta ki (yasak av yapan) işinin cezasını tatmış olsun. Allah geçmişi affetmiştir. Kim bu suçu tekrar işlerse Allah da ondan karşılığını alır. Allah daima galiptir, öç alandır.

Burada “öç alan”dan maksat, kimsenin ettiğini yanına bırakmayan, mazlumların intikamını alan demektir.

96. Hem size hem de yolculara fayda olmak üzere (faydalanmanız için) deniz avı yapmak ve onu yemek size helâl kılındı. İhramlı olduğunuz müddetçe kara avı size haram kılındı. Huzuruna toplanacağınız Allah’tan korkun.
97. Allah, Kâbe’yi, o saygıya lâyık evi, haram ayı, hac kurbanını ve (kurbanın boynuna asılan) gerdanlıkları (maddi ve manevi yönlerden) insanların belini doğrultmaya sebep kıldı. Bu da Allah’ın, göklerde ve yerde ne varsa hepsini bildiğini ve Allah’ın her şeyi bilici olduğunu (sizin de anlayıp) bilmeniz içindir.
98. Biliniz ki Allah’ın cezalandırması çetindir ve yine Allah’ın bağışlaması ve esirgemesi sınırsızdır.
99. Resûle düşen (vazife), ancak duyurmadır. Allah açıkladığınızı da gizlediğinizi de bilir.
100. De ki: Pis ve kötü ile temiz ve iyi bir değildir; pis ve kötünün çokluğu tuhafına gitse (yahut hoşuna gitse) de (bu böyledir). Öyleyse ey akıl sahipleri! Allah’tan korkunuz ki kurtuluşa eresiniz.

Bu ayet İslam’ın, kemiyetçi değil, keyfiyetçi olduğuna delalet etmektedir. Aranacak olan çok değil, iyi, temiz ve helal olandır.

101. Ey iman edenler! Açıklanırsa hoşunuza gitmeyecek olan şeyleri sormayın. Eğer Kur’an indirilirken onları sorarsanız size açıklanır. (Açıklanmadığına göre) Allah onları affetmiştir. (Siz sorup da başınıza iş çıkarmayın). Allah çok bağışlayıcıdır, aceleci değildir.

Resul-i Ekrem (s.a.) “Allah size haccı farz kıldı, hac vazifenizi yapınız” dediği zaman birisi kalkarak “Her sene mi ya Resulallah?” demiş ve sorusunu üç kere tekrarlamıştı. Peygamberimiz bir müddet sükut ettikten sonra “Eğer evet deseydim her sene farz olurdu; eğer her sene farz olsaydı buna da gücünüz yetmezdi” buyurdu. Yukarıdaki ayetin geliş sebebi budur. Allah unuttuğu için değil, affettiği, kolaylık dilediği için bazı şeyleri açıklamaz; sorular sorar işi güçleştirmek, teşri hikmetine aykırıdır.

102. Sizden önce de bir toplum onları sormuş, sonra da bunları inkâr eder olmuştu.
103. Allah bahîra, sâibe, vasîle ve hâm diye bir şey (meşru) kılmamıştır. Fakat kâfirler, yalan yere Allah’a iftira etmektedirler ve onların çoğunun da kafaları çalışmaz.

İslam öncesi Arapların batıl inanç ve adetlerinden biri de bazı sebep ve bahanelerle birtakım hayvanları putlara kurban etmeleri, onları putlar adına serbest bırakmaları idi. Bu cümleden olarak beş kere doğuran ve beşinci yavrusu dişi olan deveye “bahira” denir, kulağı çentilir, sağılmaz, sütü putlara bırakılırdı. Put namına serbest bırakılan ve sütünden yalnızca müsafirlerin faydalandığı develere “saibe” denirdi. Biri erkek, diğeri dişi olmak üzere ikiz doğuran koyun veya deveye “vasile” derler, erkek yavruyu puta kurban ederlerdi. On nesli dölleyen erkek deveye “ham” denir, o da serbest bırakılırdı.

104. Onlara, “Allah’ın indirdiğine ve Resûl’e gelin” denildiği vakit, “Babalarımızı üzerinde bulduğumuz (yol) bize yeter” derler. Ataları hiçbir şey bilmiyor ve doğru yol üzerinde bulunmuyor iseler de mi?
105. Ey iman edenler! Siz kendinize bakın. Siz doğru yolda olunca sapan kimse size zarar veremez. Hepinizin dönüşü Allah’adır. Artık O, size yaptıklarınızı bildirecektir.

Bu ayette nemelazımcılık yoktur, ayeti böyle anlamak hatalıdır. İlgili ayet ve hadislerin bütününü bir arada değerlendirdiğimiz zaman çıkan mana şudur: Herkes kendine, ailesine ve çevresine karşı vazifelerini yapmakla mükelleftir; iyiliği emretme ve yayma, kötülüğü yasaklama ve önleme de bu vazife içindedir. Kişi bütün bunları yaptıktan sonra başkalarının yoldan sapması ondan sorulmaz ve ona zarar da vermez.

Hz.Ebubekir’in açıklamaları da bunu teyit eder: Kays, O’nun bir hutbesinde kendilerine şunu söylediğini nakletmiştir: “Siz bu ayeti okuyorsunuz ve yanlış tevil ediyorsunuz. Ben Allah Resulünün şöyle dediğini duydum: İnsanlar zalimi görüp de elinden tutarak mani olmazlarsa Allah’ın onlara kendi katından umumi bir azap göndermesi yakındır.”

106. Ey iman edenler! Birinize ölüm gelip çatınca vasiyet esnasında içinizden iki adalet sahibi kişi aranızda şahitlik etsin. Yahut seferde iken başınıza ölüm musibeti gelmişse sizden olmayan, başka iki kişi (şahit olsun). Eğer şüpheye düşerseniz o iki şahidi namazdan sonra alıkor, “Bu vasiyet karşılığında hiçbir şeyi satın almayacağız, akraba (menfaatine) de olsa; Allah (için yaptığımız) şahitliği gizlemiyeceğiz, (aksini yaparsak) bu takdirde biz elbette günahkârlardan oluruz” diye Allah üzerine yemin ettirirsiniz.
107. Bu şahitlerin (sonradan yalan söyleyerek) bir günah kazandıkları anlaşılırsa, (şahitlerin) haklarına tecavüz ettiği ölüye daha yakın olan (mirasçılardan) iki kişi onların yerini alır ve “Andolsun ki bizim şahitliğimiz onların şahitliğinden daha gerçektir ve biz (kimsenin hakkına) tecavüz etmedik, aksi takdirde biz, elbette zalimlerden oluruz” diye Allah’a yemin ederler.
108. Bu (usul), şahitliği gerektiği şekilde yapmaya, yahut yeminlerinden sonra, yeminlerin (mirasçılar tarafından) reddedilmesinden korkmalarına (çekinmelerine çare olarak) daha uygundur. Allah’tan korkun ve (O’nu) dinleyin. Allah, yoldan çıkmışlar topluluğuna rehberlik etmez.

Vasiyet mübah şeyler, iyilik, ibadet ve hayırlarla ilgili olabileceği gibi, bir gün hayattan ayrılması mukadder olan kişinin üzerindeki borçlarla ilgili de olabilir. Bu sonuncusu ile ilgili vasiyet farzdır. Vasiyetin zayi olmaması ve herhalde yerine getirilmesi için alınacak tedbirler Allah tarafından yukarıdaki ayetlerde talim edilmiştir.

109. Allah’ın peygamberleri toplayıp da “Size ne cevap verildi” dediği gün, “Bizim hiçbir bilgimiz yok, şüphesiz gizlilikleri hakkıyle bilen ancak sensin” diyeceklerdir.
110. Allah o zaman şöyle diyecek: “Ey Meryem oğlu İsa! Sana ve annene (verdiğim) nimetimi hatırla! Hani seni mukaddes ruh (Cebrail) ile desteklemiştim; (bu sayede) sen beşikte iken de yetişkin çağında da insanlarla konuşuyordun. Sana kitabı (okuyup yazmayı), hikmeti, Tevrat ve İncil’i öğretmiştim. Benim iznimle çamurdan, kuş şeklinde bir şey yapıyordun da ona üflüyordun, hemen benim iznimle o bir kuş oluyordu. Yine benim iznimle anadan doğma körü ve alacalıyı iyileştiriyordun. Ölüleri benim iznimle (hayata) çıkarıyordun. Hani İsrailoğullarını (seni öldürmekten) engellemiştim; kendilerine apaçık deliller (mucizeler) getirdiğin zaman içlerinden inkâr edenler, “Bu, apaçık bir sihirden başka bir şey değildir” demişlerdi.

Bu ayetlerde ve bundan sonraki ayetlerde zikredilen olağanüstü hadiseler mucizedir. Mucizeler, insanların gücünü aşan, onların yapmaları –tabiat kanunlarına göre- mümkün olmayan şeylerdir. Ancak tabiat kanunlarının da yaratıcısı ve düzenleyicisi olan Allah, kullarının kolayca iman etmelerini, hidayete kavuşmalarını temin maksadıyle peygamberine mucizeler lütfeylemiştir; bunlar yalnızca Allah’ın izin ve kudretiyle, bildiğimiz sebepler zinciri dışında vücuda gelmektedir.

111. Hani havârîlere, “Bana ve peygamberime iman edin” diye ilham etmiştim. Onlar (da), “İman ettik, bizim Allah’a teslim olmuş kimseler (müslümanlar) olduğumuza sen de şahit ol” demişlerdi.
112. Hani havârîler “Ey Meryem oğlu İsa, Rabbin bize gökten, donatılmış bir sofra indirebilir mi?” demişlerdi. O, “İman etmiş kimseler iseniz Allah’tan korkun” cevabını verınişti.
113. Onlar “Ondan yiyelim, kalplerimiz mutmain olsun, bize doğru söylediğini (kesin olarak) bilelim ve ona gözleriyle görmüş şahitler olalım istiyoruz” demişlerdi.
114. Meryem oğlu İsa şöyle dedi: Ey Rabbimiz! Bize gökten bir sofra indir ki, bizim için, geçmiş ve geleceklerimiz için bayram ve senden bir âyet (mucize) olsun. Bizi rızıklandır; zaten sen, rızık verenlerin en hayırlısısın.
115. Allah da şöyle buyurdu: Ben onu size şüphesiz indireceğim; ama bundan sonra içinizden kim inkâr ederse, kâinatta hiç bir kimseye etmediğim azabı ona edeceğim!
116. Allah: Ey Meryem oğlu İsa! İnsanlara, “Beni ve anamı, Allah’tan başka iki tanrı bilin” diye sen mi dedin, buyurduğu zaman o, “Hâşâ! Seni tenzih ederim; hakkım olmayan şeyi söylemek bana yakışmaz. Hem ben söyleseydim sen onu şüphesiz bilirdin. Sen benim içimdekini bilirsin, halbuki ben senin zâtında olanı bilmem. Gizlilikleri eksiksiz bilen yalnızca sensin.
117. Ben onlara, ancak bana emrettiğini söyledim: Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah’a kulluk edin, dedim. İçlerinde bulunduğum müddetçe onlar üzerine kontrolcü idim. Beni vefat ettirince artık onlar üzerine gözetleyici yalnız sen oldun. Sen her şeyi hakkıyle görensin.
118. Eğer kendilerine azap edersen şüphesiz onlar senin kullarındır (dilediğini yaparsın). Eğer onları bağışlarsan şüphesiz sen izzet ve hikmet sahibisin” dedi.
119. (Bu konuşmadan sonra) Allah şöyle buyuracaktır: Bu, doğrulara, doğruluklarının fayda vereceği gündür. Onlara, içinde ebedî kalacakları, zemininden ırmaklar akan cennetler vardır. Allah onlardan razı olmuştur, onlar da O’ndan razı olmuşlardır. İşte büyük kurtuluş ve kazanç budur.
120. Göklerin, yerin ve içlerindeki her şeyin mülkiyeti Allah’ındır, O, her şeye hakkıyle kadirdir.

İnsanoğlu bütün dünyaya sahip olsa bile bu büyük bir kazanç değildir; çünkü bu sahiplik geçicidir ve mecazidir, asıl sahip Allah’tır. Ayrıca bugüne kadar keşfedilebilen, çapı on milyar ışık yıllık maddi kainat yanında dünya bir zerre değildir. “Öyleyse dünya hayatında insan için en büyük kazanç nedir?” denecek olursa, şüphesiz bu Allah rızasıdır. O’nun rızasını kazanan, iyi ve güzel olan her şeyi kazanmıştır; öyle iyi ve güzel ki, dünyada ona insanların eli değil, hayali bile ulaşamaz. Onun için müminlerin birbirine en hayırlı duası ve teşekkürü “Allah razı olsun!” cümlesidir.

 


 

BU SUREYLE İLGİLİ ÖNEMLİ BİLGİLER

Adı:
Bu sure adını, içinde maide kelimesinin geçtiği 112. ayetten alır. Daha başka pek çok surenin adı gibi, bu surenin adının da konusuyla özel bir bağlantısı yoktur. Yalnızca onu diğer surelerden ayırıcı bir sembol olarak kulanılmıştır.

Nüzul zamanı:
Konusunun gösterdiği ve rivayetlerin de desteklediği üzere, bu sure Hudeybiye anlaşmasından sonra, Hicret’in 6. yılında veya 7. yılın başlarında vahyolunmuştur. Bu nedenle, bu anlaşmadan doğan sorunları ele almaktadır.
Hz. Peygamber (s.a) H. 6. yılın Zilkade ayında Umre yapmak için 1400 müslümanla birlikte Mekke’ye gitti. Fakat, düşmanlığa bürünen Kureyş, Arabistan’ın tüm eski dinî geleneklerine aykırı olmasına rağmen Hz. Peygamber’in (s.a.) bu düşüncesine engel oldu. Sert ve kırıcı görüşmelerden sonra Hudeybiye’de bir anlaşmaya varıldı. Buna göre umre gelecek yıl yapılacaktır. Müslümanlara gerçek İslâmî vakarla Mekke’ye haccetmenin yolunu öğretmek ve kâfirlerin kötü davranışlarına bir misilleme olarak, onların Mekke’ye haccetmelerine engel olmamayı emretmek için mükemmel bir fırsat doğmuş bulunuyordu. Pek çok kâfir Mekke’ye giderken müslümanların toprağından geçmek zorunda kaldığı için bu zor da değildi. İşte bu nedenle, ilk ayetler Mekke’ye Hac’la ilgili konuları ele almakta, aynı şeyler 101-104. ayetlerde de vurgulanmaktadır. Surenin kalan konuları da aynı döneme ait olmalıdır.
Konunun sürekliliği, çok büyük ihtimalle surenin tamamının aynı zamanda ve tek bir defada vahyolunduğunu göstermektedir. Ne var ki, bazı ayetlerin daha sonraki bir dönemde vahyedilip, sure içinde uygun düştükleri yerlere yerleştirilmiş olmaları da mümkündür. Fakat sure içinde, onun iki veya daha fazla ayrı dönemde vahyedildiğini gösterecek en küçük bir üslûp farklılığı, kesikliği yoktur.

Konu:
Bu sure, Al-i İmran ve Nisa surelerinin vahyedildiği zamanda geçerli olan şartlardan daha değişik ve farklı şartların gerekliliklerine uygun olarak vahyedilmiştir. Adı geçen surelerin vahyedildiği dönemde Uhud’daki gerileyişin yarattığı şok, Medine’nin çevresini müslümanlar için tehlikeli bir hale getirmişken, şimdi İslâm artık savunmasız bir güç olmaktan çıkmış ve İslâm Devleti’nin sınırları doğuda Necid’e, batıda Kızıl deniz’e, kuzeyde Suriye ve güneyde ise Mekke’ye uzanmış bulunuyordu. Uhud’daki gerileyişleri müslümanların kararlılıklarını sarsamamış; aksine daha da hareketlendirmişti onları. Tükenmek bilmez kavgalarının ve eşsiz fedâkarlıklarının sonucu olarak, 200 mil yarıçapındaki bir alanın içinde kalan komşu kabilelerin gücü kırılmıştı. Medine’yi tehdit edip duran Yahudi başbelası bertaraf edilmiş ve Hicaz’ın kalan yörelerindeki Yahudiler de Medine Devleti’ne vergi verir duruma gelmişlerdi. Kureyş’in İslâm’ı ezmek için harcadığı son çaba da Hendek Savaşı’nda etkisiz bırakılmıştı. Artık Araplar, hiçbir gücün İslâmî hareketi kıramayacağını iyice anlamışlardı. İslâm, halkın zihinlerine ve kalplerine hükmeden bir akide değildi yalnızca; sınırları içinde yaşayan insanların hayatlarnın her yönüne hükmeden bir devletti de aynı zamanda. Artık müslümanlar inançlarına göre, herhangi bir engelle karşılaşmadan kendi hayatlarını yaşayabiliyorlardı.
Bu dönemde bir başka gelişme daha olmuştu. İslâmî bakış açısı ve İslâm’ın ilkelerine uygunluk içinde bir İslâm medeniyeti doğmuştu. Tüm yönleriyle diğer medeniyetlerden bütünüyle farklı bir medeniyetti bu. Müslümanların ahlâkî, sosyal ve kültürel davranış biçimlerinde gayri müslimlerden açıkça ayıran bir medeniyeti. İslâm Devleti’nin tüm topraklarında camiler yapılmıştı. Cemaatle namaz yerleşmiş ve her yerleşim bölgesi ve kabile için bir imam atanmıştı. Bütün ayrıntılarıyla tesbit edilen İslâm medeni ve ceza hukuku, İslâm mahkemeleri tarafından uygulanıyordu. Yeni baştan düzenlenmiş olan ticaret ve alış-veriş biçimleri eskilerinin yerini almıştı. Evlenme ve boşanma, kadın-erkek ayırımı, zina, iftira ve benzeri suçların cezalarıyla ilgili İslâmî yasalar müslümanların sosyal hayatına yeni bir şekil vermişti. Sosyal davranış biçimleri, konuşmaları, giyimleri, yaşayış şekilleri, kültürleri vs. kendine özgü apayrı bir kalıba girmişti. Bütün bu değişimlerin sonucu olarak, müslüman olmayanlar, müslümanların artık bir daha eski durumlarına döneceklerini umamıyorlardı.
Hudeybiye Anlaşmasından önce müslümanlar, müslüman olmayan Kureyş’le öylesine bir mücadele içine girmişlerdi ki, mesajlarını yayacak vakitleri bile yoktu. Bu durum, bir yenilgi gibi görülmekle birlikte, gerçekte, kazanılan bir zafer olan Hudeybiye Anlaşmasıyla ortadan kalktı. Müslümanlar bu zaferin sonucunda yalnızca kendi topraklarında sükûna kavuşmakla kalmadılar, aynı zamanda çevre bölgelere mesajlarını götürme fırsatını da buldular. Bu arada Hz. Peygamber (s.a) İran, Mısır ve Roma İmparatorluğu (Bizans-çev.) hükümdarlarına onları İslâm’a davet eden mektuplar gönderdi. Yine bu dönemde İslâm davetçileri kabileler arasında yayılıp, onları Allah’ın İlâhî Yolu’nu kabule çağırdılar.
Mâide Suresinin vahyedildiği dönemde durum kısaca buydu.

Konular: Mâide suresi şu üç ana konuyu ele alır:
1) Müslümanların dinî, kültürel ve siyasal hayatlarıyla ilgili hükümler, talimatlar:
Bu bağlamda, Hac yolculuğuyla ilgili hükümler manzumesi ortaya konur; Allah’ın ‘şeaîri’ne tam bir saygı emredilir ve Kâbe’ye gelen hacılara karşı girişilecek her türlü engelleme ve müdahale yasaklanır. Yiyecekler konusunda neyin helal, neyin haram olduğuyla ilgili kesin hükümler ve düzenlemeler getirilir ve İslâm öncesi çağın koyduğu saçma sınırlamalar kaldırılır. Kitap ehlinin yemeğini yeme ve kadınlarıyla evlenme izni verilir. Abdest, gusül ve teyemmümle ilgili hükümler ve düzenlemeler ortaya konur. İsyan, kamunun huzurunu bozma ve hırsızlıkla ilgili cezalar belirtilir. İçki, kumar mutlak anlamda yasaklanır. Yemin kefareti açıklanır ve şahitlik yasasına yeni ilâveler yapılır.
2) Müslümanlara uyarılar:
Artık müslümanlar hâkim duruma geçtiklerine göre, iktidarın kendilerini bozması tehlikesi sözkonusudur. Bu nedenle Allah müslümanları, büyük imtihan döneminde, adalete bağlı kalmaları ve kendilerinden önce geçen kitap ehlinin hatalarına düşmemeleri konusunda tekrar tekrar uyarmaktadır. Kendilerine Allah’a ve Rasûlü’ne itaat ahdine bağlı kalmaları; Allah ve Rasûlü’nün emir ve yasaklarını, onları yerine getirmeyen Yahudi ve Hıristiyanların karşılaştıkları kötü sonuçlardan korunmaları için, titizlikle gözetmeleri emredilmektedir. Yine, tüm işlerinde Kur’an-ı Kerim’in emir ve yasaklarına uymaları ifade olunmakta ve nifaka (münafıklığa) karşı uyarılmaktadırlar.
3) Yahudilere ve Hıristiyanlara uyarılar:
Yahudilerin gücü tümüyle zayıflatılmış ve Kuzey Arabistan’daki hemen hemen tüm yerleşim bölgeleri müslümanların yönetimi altına girmiştir. Bu nedenle Yahudiler yanlış tavırlarına karşı yeniden uyarılmakta ve Doğru Yol’u izlemeye çağrılmaktadırlar. Aynı şekilde Hıristiyanlara da ayrıntılı bir davet yapılmaktadır. İnançlarındaki yanılgılar açıkça belirtilmekte ve kendilerine Hz. Peygamber’in (s.a) yol göstericiliğini kabul etmeleri konusunda uyarıda bulunulmaktadır. Burada hemen belirtelim ki, mecûsilere ve komşu ülkelerdeki putperestlere doğrudan bir çağrı yapılmamaktadır. Çünkü onların durumları müşrik Araplara yapılan seslenişlerle zaten ortaya konulmuş, kendilerine ayrıca seslenmeye gerek kalmamıştır.

ÖZET
Konu: İslâm Toplumu’nun yerleşip-pekişmesi:
İslâm Toplumu’nun yerleşmesi için Nisa Suresi’nde verilen talimatların devamında müslümanlar, tüm yükümlülüklerini gözetip yerine getirmeye yöneltilmekte, bu amaç doğrultusunda müslümanları eğitmek için yeni yeni düzenlemeler getirilmektedir.
Ayrıca müslümanlar hâkim güç olarak iktidarda bulunmanın getirmesi muhtemel sapmalara karşı uyarılıp, Kur’an’ın Ahdi’ni gözetmeye yöneltilmektedirler. Yine, kendi adlarına, Doğru Yol karşısındaki yanlış tavırlarını bırakıp, Peygamber Hz. Muhamed’in (s.a) getirdiği hidayeti kabul etme konusunda uyarılan Yahudi ve Hıristiyanların başarısızlıklarından ders almaya çağrılmaktadırlar.
Konular ve Birbirleriyle Olan Bağlantıları:
1-10. Müminler, tüm yükümlülüklerini inceden inceye yerine getirmeye ve İlâhî Hukuk’un yiyecek, cinsiyet, namaz, adalet vb. hakkında öngördüğü düzenlemeye uymaya sevkedilmektedirler.
11-26. Müslümanlar kendilerinden önce gelenlerin yanılgıları karşısında uyarılmaktadır; Sırat-ı Müstakîm’i izlemeli ve ahidlerini bozarak bâtıl yollara sapan Yahudi ve Hıristiyanların ortaya koydukları kötü örnekten sakınmalıdırlar. Ayrıca, Yahudi ve Hıristiyanlar da tuttukları yanlış yol ve İslâm’ı kabul etme konusunda uyarılmaktadır.
27-32. Hz. Adem’in (a.s) iki oğlunun kıssasıyla Hz. Peygamber (s.a) ve ashabını öldürmek için kurdukları tuzak nedeniyle Yahudileri azarlama arasında bağlantı kurulmaktadır. (Ayet: 11, 30) . Kıssa ayrıca insan hayatının kutsallığını vurgulamak için de kullanılmaktadır.
33-40. Bu amaçla, İslâm Devleti’nde kaos meydana getirenler için cezalar öngörülmüş ve müminler İslâm’ı yerleştirmek için ellerinden geleni yapmaya çağrılmışlardır; mülkiyetin kutsallığı da ayrıca vurgulanmaktadır.
41-50. Hz. Peygamber (a.s) ve O’nun aracılığıyla müslümanlar Yahudilerin düşmanlıklarına, şer planlarına ve tuzaklarına aldırmayıp, Kur’an’ın hidayetine uygun olarak Doğru Yol’u yerleştirmek için ellerinden geleni yapmayı sürdürmesi konusunda yeniden temin edilmektedir. Çünkü, kendi kitaplarına (Tevrat) sırt çevirenlerden daha iyi bir şey beklenemez. Peygamber, Hıristiyanlara da aynı şekilde davranmalıdır. Onlar da kendi İncillerini terketmişlerdir çünkü.
51-69. Müminler ahlâkî çöküntü içinde bulunan Yahudi ve Hıristiyanları dost ve sırdaş edinmemeleri için uyarılmaktadırlar. Müminler, münafıkların, kâfirlerin ve benzerlerinin desiseleri karşısında dikkatli ve korunmada olmalılar ve yalnızca gerçekten mümin olanlara güvenmelidirler. Sonra, kitap ehli de düşmanlıklarını bırakmaya, doğru tavır takınmaya çağrılmaktadır. Aksi takdirde kurtulmaları mümkün olmayacaktır.
70-86. Yahudi ve Hıristiyanların sapıklıkları konusu yeniden ele alınmakta, özellikle Hıristiyanlar Tevhîd akidesiyle ilgili hatalarından dolayı azarlanmaktadırlar. Bununla birlikte, içlerinde gerçeğe daha yakın kişiler bulunması nedeniyle, katı kalpli Yahudilere tercih edilmektedirler.
87-108. Surenin bu bölümünde, 1-10. ayetlerdekilere ek olarak, meşru ve gayri meşru olanla ilgili yeni düzenlemeler getirilmektedir.
109-119. Surenin sonunda, akidelerini düzeltmeleri için yanlış yoldaki insanların yargılanması için Hüküm Günü Allah’la Peygamberi arasında geçecek konuşma yer almaktadır. Özelde kendisine inandıklarını ikrar eden Hıristiyanları ve genelde peygamberleri vs. hakkında bâtıl ümitler besleyenleri uyarmak için İsa Peygamber’le (a.s) yapılacak konuşma bir örnek olarak verilmiştir.
120 Sonuç: “Ey insanlık! Göklerin ve yerin mülkü, hâkimiyeti Allah’a aittir; o halde, O’nun gerçek kulları olmaya bakmalı ve O’ndan korkmalısınız. Çünkü O her şeye kadirdir, gücü her şeye yetendir.” (Tefhimü’l-Kur’an, Mevdudi)

This entry was posted in Ayetler.
error: Emeğe Saygılı Ol.